Kadastro Hukuku

Kadastro Tespitine İtiraz

Tapu kaydının yapılabilmesi için öncelikle taşınmazın sınırlarının ve sahibinin belirlenmesi gereklidir. Kadastro da bu işlerin yapılması anlamına gelir. Kadastro ile taşınmazların sınırları belirlenir ve haritaya kaydedilir, taşınmaz üzerindeki hak sahiplerini tespit edilip, bu hak sahiplerine malik olduklarını gösteren belge verilir.

Kadastro Tespitine İtiraz

Tapulama teknisyenleri yaptıkları incelemeler sonunda her taşınmaz için bir tutanak düzenlerler. Bu düzenlenen tutanağa karşı itiraz edilebilir. İtiraz, kadastro teknisyenliğine veya kadastro müdürlüğüne yapılır. Tutanak düzenlendikten sonra kadastro ekibi o çalışma alanında işlerini bitirinceye kadar itiraz edilebilir.

İtirazla ilgili tutanak ve eklerin en geç 10 gün içerisinde kadastro komisyonuna intikal ettirilmesi gerekir.

Kadastro tespitini ilişkin itiraz sadece uygulanan belgelerin geçerliliğine ilişkin olarak yapılmalıdır çünkü belgeye dayanmayan itirazlar dikkate alınmaz.

Tutanaklara göre yapılan tespitler 30 gün süre ile ilan edilir.

Tespite İtiraz Davası Açılması

İtirazı olanlar ilan süresi olan 30 gün içerisinde  kadastro mahkemelerinde dava açabilirler. Bu davanın açılabilmesi için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gerekir:

  1. Yapılan ilandan önce kadastro komisyonuna itiraz edilmiş olmalıdır.
  2. Komisyon kendisini yetkisiz görerek, yetkisizlik kararına ilişkin belge ile kadastro tutanak aslını kadastro mahkemesine göndermelidir. 

Kadastro Tutanaklarının Kesinleşmesi

30 günlük ilan süresi içinde dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.

Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları, kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilerek 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir. 

İtiraz Süresinin Geçmesi

Zamanında itiraz edilmediği veya kadastro mahkemelerine başvurulmadığı için kesinleşen tutanaklar uyarınca yapılan tesciller, aksi hükmen tespit edilinceye kadar geçerlidir. Gerçek hak sahipleri ise bu duruma karşı tapu kaydının düzeltilmesi davası ve sicildeki hakkın doğru olmadığını anlamına gelebilecek davaları açabilirler. Ancak bu davanın açılması bir hak düşürücü süreye tabidir. Tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren  10 yıl içinde dava açılmalıdır aksi halde gerçek hak sahiplerinin dava hakkı düşer.

Tapu Kadastro Davalarının Açılması

Tapu ve kadastroya ilişkin davalar, kadastro mahkemelerinde görülür.

Bu mahkemelerde dava açmak için ilk olarak ilgili tapu kayıtları mahkemeye sunulur.

Davalarda delil sunmak ve tanık dinletmek mümkün olduğu gibi keşif ve bilirkişi raporuna da başvurulabilir.

 

Tapu Kadastro Davalarında Görevli ve Yetkili Mahkeme

Bu davalar taşınmazın bulunduğu yerdeki kadastro mahkemelerinde açılmaktadır.

Hak Düşürücü Süre

Tapu kadastro davalarında genel hak düşürücü süre vardır. Tutanak tespitinin ilan edilmesinden itibaren ilgililer 10 yıl içinde dava açmalıdır. Bu süreyi geçirirlerse dava açamazlar, dava hakları düşer.

 


 Hukuk Genel Kurulu         2021/312 E.  ,  2021/316 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Kadastro Mahkemesi

Taraflar arasındaki “kadastro tespitine itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ordu Kadastro Mahkemesince verilen 273 ada 8 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın temyiz eden davalılar yönünden reddine kalan hisselerin davacı adına tesciline, 273 ada 126 parsel yönünden yeniden karar verilmesine yer olmadığına ilişkin 18.05.2016 tarihli ve 2016/13 E., 2016/33 K. sayılı direnme kararının davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 21.01.2020 tarihli ve 2017/16-2398 E. 2020/33 K. sayılı ilamı ile karar bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece karar verilmiş ve dosya tekrar Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılan ön inceleme sonunda gereği görüşüldü:
Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir.
Mahkemece, “Ordu İli Ulubey ilçesi Y.Kızılen köyü 273 ada 8 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın temyiz eden davalılar İsa, Naran ve Zekiye yönünden reddine, bu davalıların miras hisseleri oranında 22/28 payının davacı … Soğuksu, 4/28 payının davalı …, 1/28 payının davalı …, 1/28 payının … adlarına tesciline, kalan hissenin diğer mirasçılar yönünden açılan davada önceki verilen kabul kararı temyiz edilmediğinden kesinleşmekle davacı adına tesciline, diğer 273 ada 126 parseller yönünden yeniden karar verilmesine yer olmadığına” ilişkin verilen direnme kararı, Hukuk Genel Kurulunun yukarıda esas ve karar numarası belirtilen kararı ile bozulmuş; mahkemece yeni bir karar verilmiştir.
Bu durumda dosya üzerinde Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılacak bir işlem bulunmamaktadır. Mahkemece verilen yeni hükme yönelik temyiz istemlerinin Özel Dairesince incelenmesi gerekir.
O hâlde; dosya yeni hükme yönelik temyiz itirazları incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Hukuk Genel Kurulunun bozma kararı üzerine mahkemece verilen karara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 23.03.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu         2021/238 E.  ,  2021/258 K.

“İçtihat Metni”

Taraflar arasındaki “kadastro tespitine itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir Kadastro Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin 26.05.2016 tarihli ve 2016/63 E. 2016/157 K. sayılı direnme kararının davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 11.04.2018 tarihli ve 2017/16-2744 E. 2018/760 K. sayılı ilamı ile karar bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece karar verilmiş ve dosya tekrar Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.
Karar davalı hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılan ön inceleme sonunda gereği görüşüldü:
Dava, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun geçici 8. maddesi uyarınca yapılan tespite itiraza ilişkindir.
Mahkemece, “davanın kabulüne” ilişkin verilen direnme kararı, Hukuk Genel Kurulunun yukarıda esas ve karar numarası belirtilen kararı ile bozulmuş; mahkemece yeni bir karar verilmiştir.
Bu durumda dosya üzerinde Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılacak bir işlem bulunmamaktadır. Mahkemece verilen yeni hükme yönelik temyiz istemlerinin Özel Dairesince incelenmesi gerekir.
O hâlde; dosya yeni hükme yönelik temyiz itirazları incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Hukuk Genel Kurulunun bozma kararı üzerine mahkemece verilen karara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 16.03.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu         2017/482 E.  ,  2021/227 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kayseri 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar … ve arkadaşları dava dilekçesinde; Kayseri ili, Felahiye ilçesi, Kerpiç Köyü köy içi mevkiinde kain çekişmeli 112 ada 68 parsel sayılı taşınmazın 2007 yılında yapılan kadastro çalışmalarında davalı adına tespit edilerek tapuya tescil edildiğini, çekişmeli taşınmazın murisleri Ömer Baran’dan intikal eden 112 ada 67 parsel sayılı taşınmaz ile bir bütün olup 30-40 yılı aşkın süredir zilyetliklerinde bulunduğunu ileri sürerek çekişmeli 112 ada 68 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile mirasçılık belgesindeki hisseleri oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
5. Muris Ömer Baran’ın diğer mirasçılarını da temsil yetkisi bulunan davacılar vekili 13.08.2012 havale tarihli dilekçesinde; müvekkilleri arasında mecburi dava arkadaşlığı söz konusu olduğundan davacı sıfatlarının kabulü gerektiğini belirterek dava dilekçesinde açıklanan nedenlerle tapu kaydının iptali ile müvekkilleri adına mirasçılık belgesindeki hisseleri oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı:
6. Davalı vekili cevap dilekçesinde; bitişik arsalar olan 112 ada 67 ve 68 parsel sayılı taşınmazları davacıların murisi ile birlikte 1970 yılından önce Galip Baran’dan satın aldıklarını, taşınmazı rızai taksim ile ikiye ayırarak kullandıklarını, kendisine ait olan kısıma ev yaptırdığını ve kuyu açtığını, 40 yılı aşkın süredir nizasız olarak taşınmazı bu şekilde kullandığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
7. Kayseri 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.06.2014 tarihli ve 2012/410 E., 2014/193 K. sayılı kararı ile; dinlenen tanık beyanlarına göre, davaya konu taşınmazın davacıların ve dahili davacıların murisi olan Ömer Baran tarafından 40 yıl kadar önce Galip Baran isimli şahıstan bedeli karşılığında satın alınıp zilyetliğinin Ömer Baran’a devredildiği, yine yaklaşık 40 yıl kadar önce taşınmaz üzerindeki binaların bir bölümünün Ömer Baran tarafından yaptırıldığı, binaların diğer bölümlerinin ise davalı … tarafından yaptırıldığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, dava konusu taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının iptali ile, Felahiye Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/58 E. ve 2012/82 K. sayılı veraset ilamında belirtilen payları oranında davacılar ve dahili davacılar adına tapu siciline kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 22.04.2015 tarihli ve 2014/16715 E., 2015/4662 K. sayılı kararı ile;
“…Mahkemece; davaya konu taşınmazın davacıların ve dahili davacıların murisi olan Ömer Baran tarafından 40 yıl kadar önce Galip Baran isimli şahıstan bedeli karşılığında satın alınıp zilyetliğinin Ömer Baran’a devredildiği, yine yaklaşık 40 yıl kadar önce taşınmaz üzerindeki binaların bir bölümünün Ömer Baran tarafından yaptırıldığı, binaların onun tarafından tamamlanamayan bölümlerinin ise davalı … tarafından yaptırıldığı gerekçesi ile yazılı şekilde hüküm kurulmuştur. Mahkemece yapılan yargılama sırasında davalı taraf çekişmeli taşınmazın 1/2’şer payla davacıların murisi Ömer ile kendisi tarafından satın alındığını, bir kısım tanıklar ise çekişmeli taşınmazın öncesinin Ömer’e ait olduğunu ve ölümü ile mirasçılarına kaldığını beyan etmişlerdir. Bu durumda uyuşmazlık; taşınmazın öncesinin kime ait olduğu, davalının iddia ettiği şekilde müşterek olarak satın alınıp alınmadığı, müşterek olarak satın alınmış ise; paylaşılıp paylaşılmadığı, paylaşılmış ise çekişmeli taşınmazın hangi taraf payına dahil olduğu, çekişmeli taşınmaz üzerinde hangi tarafın ne sıfatla zilyet olduğu noktalarında toplanmaktadır. Mahkemece bu konuda yapılan araştırma ve inceleme yetersizdir. Taşınmazın kim tarafından ne suretle zilyet edinildiği konusundaki çelişkili beyanlar giderilmemiş, çekişmeli taşınmazın ne suretle edinildiği üzerinde durulmamış, çekişmeli taşınmazın paylaşıma konu edilip edilmediği araştırılmamıştır. Bu şekilde eksik araştırma ve inceleme ile hüküm kurulamaz. Hal böyle olunca doğru sonuca varılabilmesi için; mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişiler ve taraf tanıkları huzuruyla keşif yapılmalıdır. Keşif sırasında dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın kime ait olduğu, kimden nasıl intikal ettiği, kim tarafından ne zamandan beri ne sebeple kullanıldığı, davalının iddia ettiği şekilde müşterek olarak satın alınıp alınmadığı, müşterek olarak satın alınmış ise paylaşılıp paylaşılmadığı paylaşılmış ise çekişmeli taşınmazın hangi taraf payına dahil olduğu hususları etraflıca sorulup maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılmalı, bilirkişi ve tanık sözleri komşu parsel tutanak ve dayanaklarıyla denetlenmeli, alınan beyanlar arasında çelişki ortaya çıktığı takdirde giderilmeye çalışılmalı, fen bilirkişisinden keşfi izlemeye yeterli rapor alınmalı, açıklandığı şekilde araştırma yapıldıktan sonra dava konusu taşınmazın davacıların murisi ve davalı tarafından müşterek olarak alınıp, paylaşımla davacı tarafa kalmış olduğunun anlaşılması durumunda taşınmaz üzerinde davalı tarafın zilyetliği varsa bunun hangi sıfatla olduğu ve süresi göz önünde bulundurulmalı, bundan sonra toplanmış ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre bir karar verilmelidir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. Kayseri 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.03.2016 tarihli ve 2015/399 E., 2016/61 K. sayılı kararı ile; davalının aynı zamanda kardeşi olan tanığı … ve diğer tanığı … ile davacı tanığı … dışındaki tüm tanıkların davaya konu taşınmazın davacıların murisi olan Ömer Baran tarafından 40 yıl kadar önce Galip Baran isimli şahıstan bedeli karşılığında satın alınıp zilyetliğinin Ömer Baran’a devredildiğini, yine yaklaşık 40 yıl kadar önce taşınmaz üzerindeki binaların bir bölümünün Ömer Baran tarafından yaptırıldığını, binaların diğer bölümlerini ise Ömer Baran’ın yurt dışından gönderdiği paralarla davalının yaptırdığını, bir kısım tanıkların da taşınmazın alınmasında davalının katkısının bulunmadığını beyan ettikleri, tanıkların hiç birisinin taşınmazın müşterek olarak satın alındığına ve sonradan paylaşıldığına ilişkin beyanda bulunmadıkları, mahkemece yapılan araştırma ve dinlenen tanık beyanlarının hüküm kurmaya yeterli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; çekişmeli taşınmazın öncesinin kime ait olduğu, ne suretle edinildiği, paylaşıma konu edilip edilmediği, taşınmaz üzerinde hangi tarafın ne sıfatla zilyet olduğu hususlarında mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
13. Taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkının tespiti, kadastro faaliyetinin en temel fonksiyonlarından birisidir. Bu konu 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun dördüncü bölümünde, “Mülkiyet Hakkının Tespitine İlişkin Esaslar” başlığı altında düzenlenmiştir. Kadastro Kanunu’nun 14 ve 15. maddelerinde tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar hakkında kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği, taksim ve kısmi iktisap kurumlarına yer verilerek bu taşınmazların hukuki durumlarının tespiti ve tapuya kaydedilmeleri sağlanmıştır.
14. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti” başlıklı 14. maddesinde; “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir…” düzenlemesine yer verilmiş olup, “Taksim ve kısmi iktisap hali” başlıklı 15. maddesinde de; ” Tapuda kayıtlı taşınmaz malların malikleri veya bunların mirasçıları arasında, tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların ise ondördüncü madde gereğince belirlenen zilyetleri arasında taksim edildikleri belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanları ile sabit olduğu takdirde bu mallar taksim gereğince zilyetleri adına tespit olunur.
Taşınmaz mal tapuda kayıtlı olsun veya olmasın, onun ayrılması mümkün bir kısmının veya belirli bir payının, bu Kanunda zilyet lehine kabul edilen sebeplerle iktisabı caizdir.
İştirak halinde mülkiyet hükümlerinin söz konusu olduğu hallerde, iştirakçilerinden biri veya birkaçının belirli bir taşınmaz maldaki hissesinin diğer iştirakçilere devir ve temliki; tapulu taşınmaz mallarda yazılı, tapusuzlarda ise her türlü delille ispat edilebilir.
(Değişik son fıkra: 22/2/2005 – 5304/5 md.) Kadastrodan önce hissedarlar veya mirasçılar arasında ayırma veya birleştirme suretiyle taksime konu edilmiş ve sınırları doğal veya yapay işaret ya da tesislerle belirlenmiş taşınmaz malların, imar plânı bulunmayan yerlerde zeminde fiilen oluşmuş sınırlarına göre tespiti yapılır” hükmü yer almaktadır.
15. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 713/1. maddesinde ise “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir…” şeklinde düzenleme yapılmış olup, anılan kanun hükümlerine göre, olağanüstü zamanaşımı yolu ile taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasına ilişkin temel koşulların Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi ve TMK’nın 713/1. maddesinde hüküm altına alındığı görülmektedir. Buna göre; tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazı aralıksız ve nizasız 20 yıllık süreyle malik sıfatı ile elinde bulunduran ve zilyedi olan kişi, taşınmazın kendi mülkü olmak üzere adına tescilini talep edebilir.
16. Kadastro Kanunu’nun 14 ve TMK’nın 713/1. maddelerinde hüküm altına alınan koşulları uygulama ve teorideki açıklamalardan esinlenerek; taşınmaza ilişkin koşullar ve zilyetliğe ilişkin koşullar olarak ikiye ayırmak mümkündür. Tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların zamanaşımına dayanılarak kazanılabilmesi için taşınmazın özel mülkiyet kurmaya elverişli olması, zamanaşımı ile kazanılmasını yasaklayan bir kanun hükmünün bulunmaması ve taşınmazın kanunlar uyarınca Devlete kalan taşınmazlardan olmaması gerekir. Taşınmaz üzerinde sürdürülmesi gerekli olan zilyetliğin ise, malik sıfatı ile, aralıksız ve nizasız, 20 yıllık süreyle olması gereklidir.
17. Olağanüstü zamanaşımı yoluyla taşınmaz mülkiyetini kazanma nedenine dayalı olarak açılacak davalarda kazanmayı sağlayan zilyetliğin davacı tarafından kanıtlanması gerekir. Maddi olaylardan olan zilyetlik her türlü delil ile kanıtlanabilir. Her somut olayın özelliğine göre yerel bilirkişi, tanık beyanları, teknik bilirkişi raporları gibi deliller zilyetliğin kanıtlanmasında kullanılabilir. Nitekim, Kadastro Kanunu’nun 14/1. maddesinde, tapuda kayıtlı olmayan ve ayrıca çalışma alanı içinde bulunan yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüm kadar olan yerlerde çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla geçen 20 yıllık zilyetliğin belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla kanıtlanabilineceği hüküm altına alınmıştır.
18. Diğer taraftan Kadastro Kanunu’nun 15/1. maddesinde, kural olarak kadastro faaliyetleri ve kadastro tespiti sırasında hem tapuya kayıtlı, hem de tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların malikleri veya bunların mirasçıları arasında sicil dışı paylaştırma sebebiyle zilyetleri adına tespitine ilişkin düzenleme getirilmiştir. Buna göre tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların 14. madde gereğince belirlenen zilyetleri arasında paylaşıldığı belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat olunduğu takdirde, bu taşınmazların paylaşım gereğince zilyetleri adına tespit edileceği belirtilmektedir. Paylaşıma dayanan taraf, TMK’nın 6. maddesi uyarınca, taşınmazın paylaşılmış olduğunu, bu paylaşımın tarihini, adına tespit edilecek kısmın kendisine isabet ettiğini, tespit tarihine kadar taksimin bozulmamış olduğunu ve kendisinin tespitin yapıldığı sırada taşınmaza zilyet bulunduğunu ispat etmelidir. Burada da, taşınmazın paylaşılmasının belgelerle, bilirkişi veya tanık beyanları ile ispat edilmesi mümkün hale getirilerek delil serbestisi esası kabul edilmiştir.
19. Bundan ayrı, genel mahkemelerde açılan davalarda taraflarca hazırlama ilkesi geçerli olup (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25. maddesi), davanın ve savunmanın dayanağı olan vakıaların ve bunların delillerinin taraflarca mahkemeye bildirilmesi, hâkim tarafından taraflarca kendisine bildirilmiş olan dava malzemesi üzerinde inceleme yapılması gerekir. Hâkim, tarafların bildirmediği vakıaları kendiliğinden inceleyemeyeceği gibi sadece kendisine usulüne uygun biçimde bildirilmiş olan vakıaları inceleme konusu yapabilir ve bu vakıalardan anlaşılan itiraz sebeplerini kendiliğinden gözetmekle yükümlüdür. Buna karşılık hâkim, kendisine usulüne uygun biçimde bildirilmemiş itiraz sebeplerini kendiliğinden gözetemez.
20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olayın incelenmesine gelince; çekişmeli 112 ada 68 parsel sayılı taşınmazın 10.01.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmalarında, 2209,30 m2 yüzölçümünde, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle davalı adına tespit edilerek tapuya tescil edildiği, davacılar tarafından çekişmeli taşınmaz ile dava dışı kadastro çalışmaları sonucunda murisleri Ömer Baran adına tescil edilen 112 ada 67 parsel sayılı taşınmazın bir bütün olduğu belirtilerek irsen intikal ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak eldeki davanın açıldığı, davalı tarafından çekişmeli taşınmazın davacılar murisi Ömer Baran ile 1/2 şer payla satın alındığı iddiasında bulunulduğu, mahkemece yapılan keşifte dinlenilen bir kısım tanıkların çekişmeli taşınmazın Ömer Baran tarafından satın alındığını, taşınmaz üzerindeki binaların bir kısmının davalı tarafından yapıldığını beyan etmelerine karşın, bir kısım tanıkların taşınmazın davalının murisi ve davacılar murisi tarafından ortak alındığını, çekişmeli taşınmazın davalıya ait olduğunu beyan ettikleri görülmüştür. Her ne kadar mahkemece, mahallinde yapılan keşifte taraf tanıkları dinlenilmiş ise de, tanık beyanları arasındaki çelişki giderilmediği gibi, çekişmeli taşınmazın öncesinin kime ait olduğu, ne suretle edinildiği, müşterek olarak satın alınıp alınmadığı, müşterek olarak satın alınmış ise paylaşmaya konu edilip edilmediği, taşınmazda hangi tarafın ne sıfatla zilyet olduğu hususlarında yerel bilirkişi beyanlarına başvurulmamış, bu konuda araştırma ve inceleme yapılmamıştır.
21. Hâl böyle olunca doğru sonuca varılabilmesi için mahkemece; mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişiler ve taraf tanıkları huzuruyla keşif yapılması, keşif sırasında dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın kime ait olduğu, kimden nasıl intikal ettiği, kim tarafından ne zamandan beri ne sebeple kullanıldığı, davalının iddia ettiği şekilde müşterek olarak satın alınıp alınmadığı, müşterek olarak satın alınmış ise paylaşılıp paylaşılmadığı, paylaşılmış ise çekişmeli taşınmazın hangi taraf payına dahil olduğu hususlarının etraflıca sorulup maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılması, bilirkişi ve tanık sözlerinin komşu parsel tutanak ve dayanaklarıyla denetlenmesi, alınan beyanlar arasında çelişki ortaya çıktığı takdirde giderilmeye çalışılması, fen bilirkişisinden keşfi izlemeye yeterli rapor alınması, açıklandığı şekilde araştırma yapıldıktan sonra dava konusu taşınmazın davacıların murisi ve davalı tarafından müşterek olarak alınıp, paylaşımla davacı tarafa kalmış olduğunun anlaşılması durumunda taşınmaz üzerinde davalı tarafın zilyetliği varsa bunun hangi sıfatla olduğu ve süresinin göz önünde bulundurulması, bundan sonra toplanmış ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gereklidir.
22. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; kadastro tespitinin kesinleşmesi üzerine hak düşürücü süre içerisinde tespitten önceki zilyetliğe dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davalarında, Kadastro Kanunu hükümlerine göre inceleme yapılacağı, Kadastro Kanunu’nun 30. maddesinde, hâkimin toplanan deliller ile tutanaktaki beyanlar arasında aykırılık olduğunu görmesi hâlinde tutanak bilirkişilerini de tanık olarak dinleyebileceği hükmüne yer verildiği, yargılama usulü olarak taraflarca getirilme ilkesine tabi dava olmakla birlikte, kadastro tutanağında belirlenen ve tescile esas olan tespitin aksi iddia edildiğinden, tespit tutanağındaki evveliyat kaydı, vergi kayıtlarının keşifte uygulanması, tespit tutanağındaki tespiti doğrulayan beyan sahibi olarak imzası bulunan muhtar ve bilirkişilerin dinlenilmesinin gerektiği, somut olayda kadastro tutanağına delil olarak dayanıldığı ve dosyaya uygun şekilde girmiş bir belge olarak yer aldığı nazara alındığında tutanak bilirkişileri ve muhtarın dinlenilmesinin resen araştırma olmadığı, bu nedenle dava konusu olan kadastro tespit tutanağında beyan ve imzası bulunan muhtar ve tespit bilirkişilerin de dinlenilerek, tanıklarla yüzleştirilmesi, toplanan tüm deliller değerlendirilmek suretiyle sonuca varılması gerektiğinden direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenler yanında açıklanan genişletilmiş gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
23. Diğer taraftan, 25.06.2012 olan dava tarihi gerekçeli karar başlığında 07.12.2015 olarak, 15.03.2016 olan karar tarihinin de gerekçeli karar başlığında doğru gösterilmekle birlikte sonuç kısmında 24.03.2016 olarak gösterilmiş ise de, bu yanlışlıklar mahallinde düzeltilebilir bir maddi hata olarak kabul edilmiştir.
24. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen geçici 3. maddeye göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.03.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, kadastro tespiti öncesi zilyedliğe dayalı tapu iptali ve tescil davasıdır.
Davacılar, Felahiye İlçesi Kerpiç Köyü 112 ada 68 parsel sayılı taşınmazın 67 parsel sayılı taşınmaz ile bir bütün olarak murisleri Ömer Baran‘ın ve ölümünden sonra kendilerinin zilyedliğinde olduğunu iddia etmişler, davalı; her iki parseli bir bütün olarak davacıların murisi ile birlikte 1970 yılından önce Galip Baran’dan satın aldıklarını, rızaî taksimle ikiye ayırarak kullandıklarını, dava konusu yerin 40 yılı aşkın süredir ev ve kuyu da yaptırarak zilyedliğinde olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece tarafların tanıkları da dinlenerek keşif yapılmış ve bilirkişi raporları da alınarak davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalının temyizi üzerine Özel Dairece yerel bilirkişi ve tanıkların huzuruyla keşif yapılarak, çelişkili beyanlar giderilerek, ayrıntılı dinlenmeleri ve komşu parsel dayanak ve tutanaklarıyla beyanlar denetlenerek, keşfi izlemeye yeterli bilirkişi raporu alınarak, sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçeleriyle hüküm bozulmuş, Mahkemece yapılan araştırma ve tanık beyanlarının hüküm kurmaya yeterli olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, yukarıda gerekçeleriyle açıklandığı üzere yerinde olmayıp, Özel Dairenin bozma ilamında belirtilen gerekçelerle bozulması gerekmektedir. Sayın Çoğunluğun bozma gerekçelerine aynen katılıyoruz. Ancak, kadastro tespit tutanağındaki muhtar ve bilirkişilerin de dinlenmesi gerektiği ve bozmanın bu şekilde genişletilerek bozma olması gerektiğini düşünüyoruz.
Kadastro tespitinin kesinleşmesi üzerine hak düşürücü süre içerisinde tespitten önceki zilyedliğe dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davalarında da 3402 sayılı Kadastro Kanunu’ndaki hükümlere göre inceleme yapılır, tespit tarihi itibariyle taşınmazın malikinin kim olduğu belirlenerek sonucuna göre karar verilir.
3402 sayılı Kadastro Kanunu 30. maddesinde Kadastro Mahkemesince delillerin takdiri hususu düzenlenmiş, yargılamanın yürütülmesi ve delillerin toplanması konusunda, 766 sayılı Tapulama Kanunu’nda yer alan resen araştırma ilkesinden oldukça ayrılmış ve “müzakere sistemine” yer verilmiştir. Bu maddede 766 sayılı Tapulama Kanununda yer almayan hükümlerden biri, hâkimin toplanan delillerle tutanaktaki beyanlar arasında aykırılık olduğunu görürse tutanak bilirkişilerini tanık olarak dinleyebileceği hükmüdür. Davanın taraflarından biri, gerekçe göstererek tespit sırasındaki bu beyanlara itiraz eder ve yerinde görülürse beyanları itiraza uğrayanlar çağrılıp dinlenebilir. Bunun dışında, toplanan deliller, tespite uygunluk gösteriyorsa, tutanak mümzilerinin dinlenmesine gerek yoktur. Kadastro Kanunu 30. maddesiyle “resen araştırma yapılıp gerçek hak sahibi adına tescile karar verilmesi” ilkesini üç husus ile sınırlandırmıştır. Kadastro Komisyonlarından 10/son madde uyarınca gönderilen tutanaklarda, 27. madde uyarınca mahalli mahkemelerden aktarılan dosyalarla ilgili tutanaklarda malik tespiti yapılamadığı için ve 29/2. madde uyarınca bir mirasçı tarafından diğerlerinin muafakatını almadan açılıp yalnız başına devam edilen davalarda iştirak halinde mülkiyette diğer mirasçıları tespit edip bunların adına da tescile karar verme hallerinde (İhsan Özmen-Halim Çorbalı-3402 s. Kadastro Kanunu şerhi -1988 sayfa 958 – 960).
Kadastro tespiti öncesi zilyedliğe dayalı tapu iptali ve tescil davalarında yargılama usulü Hukuk Muhakemeleri Usulüne tabidir. Resen araştırma değil, taraflarca getirilme ilkesine tabi davalardır. Tarafların göstermedikleri deliller, bildirmedikleri tanıklar araştırılıp dinlenemez. Ancak, kadastro tespiti tutanağında belirlenen ve tescile esas olan tespitin aksi iddia edildiğinden, tespit tutanağındaki evveliyat kaydı, vergi kayıtlarının keşifte uygulanması, tespit tutanağındaki tespiti doğrulayan beyan sahibi olarak imzası olan muhtar ve bilirkişilerin dinlenmeleri gerekmektedir. Kadastro tutanağının aksine ileri sürülen iddianın tahkiki için, bunların da dinlenmesi ve taraf iddialarıyla çelişen hususların giderilmesi, ondan sonra tüm bunların değerlendirilerek bir sonuca varılması taraflarca getirilme ilkesine aykırı bir durum değildir. Aksi taktirde, tutanakta tespit edilip tescil edilen bir vakıa var iken, aksini beyan eden tanık beyanlarına göre karar verilmesi yanlış sonuçlara götürür. Bu çelişkili beyanlarda bulunanların yüzleştirilerek ondan sonra niye hangisini diğerine üstün tuttuğunu açıklayarak sonuca varılması usul kuralları gereğidir. Kaldı ki somut dava, kadastro tutanağına delil olarak da dayanılmıştır. Bu tutanağın aksi iddia edildiğine göre tutanak bilirkişileri ve muhtarın dinlenmeleri resen araştırma değildir. Özel Daire de, bozmada komşu parsel dayanak ve kayıtlarının uygulanarak araştırma yapılması gereğine değinmiştir.
Hâkim, bir delile kendiliğinden başvuramaz; tarafların bildirmedikleri kişiler tanık olarak dinlenemez. Ancak, mahkeme dava dosyasına usulüne uygun olarak girmiş olan bir belgedeki, tutanaktaki senetteki isim ve imzası bulunan şahısları tanık olarak dinleyebilir. Bundan sonra, bütün deliller birlikte tartışılıp değerlendirilerek bir sonuca varılması gerekir (Prof. Dr. Baki Kuru – Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, 2001 cilt II. Sayfa 2023, cilt III. Sayfa 2577, 2594) (Mahkeme dosyasına ibraz olunan faturadaki imzası bulunan kişinin de dinlenmesi gerektiği hakkında, HGK 9.7.969 tarih 404/664 sayılı kararı).
Bu nedenlerle, dava konusu olan kadastro tespit tutanağında beyan ve imzası bulunan muhtar ve tespit bilirkişilerin de keşifte dinlenerek, tanıklarla yüzleştirilerek, toplanan tüm deliller değerlendirilerek sonuca varılması gerektiğini ve bozmanın bu hususla birlikte genişletilmiş bozma olması görüşünde olduğumuzdan Sayın Çoğunluğun sadece Özel Dairenin bozması gibi bozma düşüncesine katılmamaktayız.


Hukuk Genel Kurulu         2017/3165 E.  ,  2021/211 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tapu kaydında düzeltim” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Turgutlu Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı 07.02.2014 tarihli dava dilekçesinde; Turgutlu İlçesi, Derbent Köyü, 1060 parsel sayılı taşınmazın murisi Emine Acarkurt’a ait olduğunu, taşınmazın mirasçılara intikali için Tapu Müdürlüğüne gittiklerinde kimlik bilgilerinin tapuda tam olarak yazılı olmadığı bilgisinin verildiğini ileri sürerek, taşınmazın veraset ilamı uyarınca belirlenen mirasçıları adına intikali suretiyle tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiş; daha sonra sunduğu 03.03.2014 tarihli dilekçe ve aşamalardaki beyanında ise isteminin mirasbırakan Emine Acarkurt’un baba adının nüfus kaydında “Ali” olmasına karşın, tapu kaydında “Mehmet” olarak yazıldığından malik baba adının nüfus kaydına uygun olarak düzeltilmesine ilişkin olduğunu açıklamıştır.
Davalı Cevabı:
5. Davalı … vekili; davanın usulden reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Turgutlu Sulh Hukuk Mahkemesinin 23.03.2016 tarihli ve 2014/138 E., 2016/466 K. sayılı kararı ile; dosya kapsamı ve toplanan delillere göre davacının murisi “Ali kızı Emine Acarkurt” ile tapu kaydında sehven yazılı olan “Mehmet kızı Emine Acarkurt’un” aynı kişiler olduğu, ilçe nüfusunda “Mehmet kızı Emine Acarkurt” adında kayıtlı bir kişinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16.11.2016 tarihli ve 2016/10499 E., 2016/10374 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, tapu kaydına yanlış yazılan kimlik bilgilerinin düzeltilmesi isteğine ilişkin olup, 17.08.2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni Tapu Sicili Tüzüğü’nün yürürlüğü zamanında 07.02.2014 tarihinde açılmış; mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, yeni Tapu Sicili Tüzüğü hükümleri ve özellikle 75. maddesi nazara alındığında, tapu müdürlüklerine oldukça geniş yetkiler verilerek tapudaki hataların daha kısa bir sürede, idari yoldan düzeltilmesine imkân verildiği ve kayıt düzeltmeleri için öncelikle müdürlüklere başvuru yapılmasının zorunlu tutulduğa görülmektedir.
Her dava açıldığı tarihteki koşullara tabidir. Bu nedenle, yeni Tapu Sicili Tüzüğünün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği 17.08.2013 tarihten itibaren, ilgililerin mahkemeye müracaat etmeden önce, ilk olarak tapu müdürlüklerine yukarıda açıklanan prosedüre uygun şekilde başvurması kaçınılmaz olup, değinilen prosedür izlenmeden mahkeme önüne getirilen davanın dinlenebilme olanağı yoktur.
Bunun yanında, ilgililerin tapu müdürlüklerine yaptıkları yazılı ya da sözlü düzeltim başvuruları üzerine, tapu müdürlüklerinin Tüzüğün 75. maddesinde belirtilen araştırma ve soruşturmayı yapmadan verdikleri soyut içerikli ret kararları da davayı mahkeme önünde dinlenebilir hale getirmez.
Diğer taraftan, Tapu Sicili Tüzüğünün 75. maddesine aykırı olarak verilen bu tür ret kararlarına karşı ilgililerin aynı tüzüğün 26. maddesine göre itiraz imkânı bulunmaktadır.
Hâl böyle olunca, davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Turgutlu Sulh Hukuk Mahkemesinin 05.04.2017 tarihli ve 2017/185 E., 2017/429 K. sayılı kararı ile; tapu kaydında düzeltme yapılabilmesi için dava açılmadan önce yasal prosedüre uygun şekilde ilgili Tapu Müdürlüğünü başvuru yapılması gerekmekte ise de davacının yargılama sırasında verilen süre içerisinde gerekli başvuruyu yaptığı, mahkemece başvuru sonucunun beklendiği ancak istemin reddine karar verildiği, böyle olunca idari başvuru şartının yerine getirildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tapu kaydında malik kimlik bilgilerinin düzeltilmesi istemine ilişkin olan davanın, Tapu Sicil Tüzüğünün 75. maddesinin 4. fıkrasına göre öncelikle yanlışlığın düzeltilmesi için ilgili tapu müdürlüğüne başvuru yapılmadan 07.02.2014 tarihinde açıldığı, mahkemece 20.11.2014 tarihli celsede başvuruyu yapması için davacıya verilen süre içerisinde düzeltme talebinde bulunulduğu, ancak yapılan başvurunun Turgutlu Tapu Müdürlüğünün 30.07.2015 tarihli kararı ile reddedildiği, ret kararına karşı ise Tüzüğün 26. maddesine göre itirazda bulunulmadığı gözetildiğinde, dava ön şartının yargılama sırasında tamamlandığının kabul edilip edilemeyeceği, burada varılacak sonuca göre davanın usulden reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Bilindiği üzere tapu sicili, Devletin sorumluluğu altında, tescil ve açıklık ilkelerine göre taşınmazlar ile üzerindeki hakların durumlarını göstermek üzere tutulan sicildir.
13. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) öngördüğü tapu sicillerinin düzenli bir biçimde tutulmasını sağlamak amacıyla 2013/5150 sayılı yeni Tapu Sicili Tüzüğü, 17.08.2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
14. Tüzükte, taşınmazlarla ilgili mülkiyet hakkı, sınırlı aynî haklar ve kişisel hakların tapu siciline tescil, değişiklik, terkin ve düzeltme işlemleri ile sicil ve belgelerin arşivlenmesinin usûl ve esasları gösterilmiş olup; 28. maddesinde mülkiyet hakkının tapu kütüğüne ne şekilde tescil edileceği düzenlenmiş ve kütük sayfası malik sütununda malikin adı ve soyadı, baba adı ile edinme nedeni, tarih ve yevmiye numarası ile tüzel kişilerin unvanlarının tam olarak yazılacağı ve paylı mülkiyette pay miktarı; paydaşların adı, soyadı ve baba adından sonraki kısımda, kesirli olarak gösterileceği ifade edilmiştir.
15. Taşınmazların kadastro tespiti ya da tapuya tescili sırasında mülkiyet hakkı sahibinin adı, soyadı, baba adı, cinsiyeti, doğum tarihleri gibi kimlik bilgilerinin kayda eksik ya da hatalı işlenmesi, kayıt düzeltme davalarının kaynağını oluşturmaktadır. Tapu kaydında kimlik bilgilerinin düzeltilmesine veya tespitine ilişkin olarak açılan bu davalardaki amaç da kayıt malikinin tapu kaydındaki kimlik bilgilerinin nüfus kaydı ile uyumlu hâle getirilmesidir.
16. TMK’nın 1027. maddesine göre ilgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, Tapu Sicili Tüzüğü kuralları uyarınca resen düzeltilmesi mümkün olan basit yazı yanlışlıkları (adi yazım hataları) dışında, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararı ile düzeltebilir. Bu bağlamda Tüzüğün 74. maddesinde ana veya yardımcı siciller üzerindeki düzeltmelerin ne şekilde yapılacağı açıklanmış ve maddenin 1. fıkrasında; kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı basit yazım hatası yapıldığının tespit edilmesi hâlinde, müdür tarafından nedeni düzeltmeler sicilinde açıklanarak, basit yazım hatalarının resen düzeltileceği öngörülmüştür. Buna göre tapu müdürü, hakkın içeriğini etkilemeyen ve kütükte belgesine aykırılık teşkil eden adi yazım hatalarını kendiliğinden hiçbir işleme gerek kalmadan düzeltebilir.
17. İlgili kişinin başvurusu üzerine yapılacak düzetmeler ise Tapu Sicili Tüzüğünün 75. maddesinde; “(1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine;
a)Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber,
b)Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler, incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir.
(2)Zeminde incelemenin, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılacağı ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenleneceği, zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinleneceği; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır.
(3)Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkraların uygulanır.
(4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur” şeklinde düzenlenmiş olup; buna göre kadastro çalışmaları sırasında oluşan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin yazım hatalarının ilgilisinin başvurusu üzerine; maddede belirtilen belgelerin incelenmesi ve gerekli araştırmanın yapılması sonucunda istemin gerçek hak sahibinden geldiğinin belirlenmesi koşuluna bağlı olarak, tapu memurunca düzeltilmesi mümkündür.
18. Bu madde mülga Tapu Sicili Tüzüğünün 87. maddesine benzer bir düzenleme içermekle beraber yeni Tapu Sicili Tüzüğünün yukarıda metnine yer verilen 75. maddesinin 4. fıkrasında, madde hükümleri uyarınca yapılacak kayıt düzeltmeleri için tapu müdürlüklerine başvuru zorunluluğu getirilmiştir.
19. Diğer yandan Tüzüğün 26. maddesinde; mevzuat ve Tüzükte yer alan hükümlere uygun olmayan ve TMK’nın 1011. maddesine göre geçici tescil şerhine de imkân bulunmayan istemlerin geciktirilmeden, gerekçesi, itiraz yeri ve süresi de belirtilmek suretiyle reddedileceği, ret kararının kütüğün beyanlar sütununda belirtileceği ve kararın, istem sahibine elden veya Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, ret kararına karşı ise tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğü kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebileceği düzenlenmiştir.
20. Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olaya gelindiğinde, eldeki dava tapu kaydında malik baba adının düzeltilmesi istemi ile 07.02.2014 tarihinde açılmış olup, davacı kayıttaki yanlışlığın düzeltilmesi için davadan önce Tüzüğün 75/4. maddesine göre ilgili tapu müdürlüğüne müracaatta bulunmamış ise de yargılama sırasında mahkemece verilen süre içerisinde yaptığı başvuru Turgutlu Tapu Müdürlüğünün 30.07.2015 tarihli kararı ile reddedilmiş ve ilgili karar dosyaya sunulmuştur. Ancak, ret kararı verilmesi hâlinde istemde bulunan kişinin izlemesi gereken idari yol Tüzüğün 26. maddesinde gösterilmiş olmasına karşın davacı itiraz yollarını tüketmemiştir.
21. Böyle olunca tapu kütüğündeki yazım hatalarının düzeltilmesi istemi ile TMK’nın 1027. maddesi uyarınca açılan davalar bakımından, Tapu Sicili Tüzüğünde düzenlenen tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğu ve itiraz yollarına ilişkin prosedürün tamamlanmasının dava şartı niteliğinde olup olmadığının tartışılması gerekmektedir.
22. Dava şartları medeni usul hukukuna ait bir kurum olup, amacı; bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır.
23. Mahkemenin, davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi ve karar verebilmesi için varlığı veya yokluğu mutlaka gerekli olan şartlardır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hâllere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi).
24. Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir. Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür. Çünkü hâkim, dava şartlarının bulunup bulunmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden inceler. Tarafların da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürmeleri mümkündür. Ancak tarafların bu konuda mutlaka talepte bulunmaları gerekli olmadığı gibi hâkim de tarafların talepleri ile bağlı değildir. Ayrıca bazı durumlarda dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün olabilir. Bu gibi durumlarda mahkeme dava şartı noksanlığının tamamlanması için kesin süre vermek zorundadır. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemiş ise ancak o zaman dava şartı yokluğu sebebiyle davayı usulden reddeder.
25. Genel dava şartları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde hüküm altına alınmış ise de dava şartları anılan maddede sayılanlar ile sınırlı olmayıp, başka kanunlarda öngörülen dava şartları da olabilir. Nitekim 114. maddenin 2. fıkrasında; diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir.
26. Diğer yandan, hiyerarşik normlar sistemi olan hukuk düzeninde, alt düzeydeki normların, yürürlüklerini üst düzeydeki normlardan aldığı kuşkusuzdur. Normlar hiyerarşisinin en üstünde evrensel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunmakta, daha sonra gelen kanunlar yürürlüğünü Anayasa’dan, tüzükler yürürlüğünü kanundan, yönetmelikler ise yürürlüğünü kanun ve tüzükten almaktadırlar. Bir normun kendisinden daha üst konumda bulunan ve dayanağını oluşturan bir norma aykırı veya bunu değiştirici nitelikte bir hüküm getirmesi mümkün bulunmamaktadır (Kuluçlu, E.: Türk Hukuk Sisteminde Normlar Hiyerarşisi ve Sayıştay Denetimine Etkileri, Sayıştay Dergisi, sayı: 71, s. 21; HGK’nın 23.01.2020 tarihli ve 2017/4-1323 E., 2020/59 K.).
27. Normlar hiyerarşisinde bir alt norm üst norma aykırılık teşkil etmemeli, üst normun kendisine verdiği hukuki sınırların dışına çıkmamalıdır. Hukuk normları arasında var olan hiyerarşinin anayasal ölçüler içerisinde temin edilmesi hususu hukuk devleti açısından da önem taşımaktadır. Zira daha üstteki normla yasaklanmayan bir husus daha alt normla yasaklandığı takdirde hukuk devleti ilkesi zedelenmektedir.
28. Anayasa’nın 115. maddesinde yer alan “Bakanlar Kurulu, kanunun uygulanmasını göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere tüzük çıkarabilir” şeklindeki hüküm yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, Anayasa değişikliğinden önce çıkarılmış olan Tüzükler hukuksal varlığını sürdürmektedir. Normlar hiyerarşisinde kanunlardan sonra gelen tüzüklerin kanunlara aykırı düzenleme içermemesi gereği de açıktır.
29. Bu kapsamda Tapu Sicili Tüzüğünün ilgili maddeleri değerlendirilecek olursa, tapu kayıtlarında idarece düzeltilebilecek ad, soyad, baba adı, cinsiyet gibi basit kimlik bilgileri ve buna benzer adi yazım hatalarının TMK’nın 1027. maddesi çerçevesinde çok sayıda davaya konu edildiği gözetilerek, Tüzüğün 75. maddesinde bu gibi taleplerin mahkemeye taşınmadan idari yoldan daha kolay ve hızlı şekilde düzeltilmesi imkânı tanınmıştır. Ne var ki, uygulamada bu düzeltim yolları tapu müdürlükleri tarafından yeterince işletilmeyerek, başvuruda bulunan kişiler çoğunlukla dava açmaya yöneltilerek gereksiz zaman kaybına yol açıldığı gibi Tüzüğün 75. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenen tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğunun TMK’nın 1027. maddesine göre açılacak davalar bakımından bir dava şartı niteliğinde olduğunu söyleme imkânı da bulunmamaktadır. Zira bu husus mahkemeye erişim hakkı ile ilgili olup; esas olan da mahkemeye erişim hakkının teoride kalmayıp, bireylerin bu hakkını etkili bir şekilde kullanabilmeleridir.
30. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Anılan maddeye göre herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Mahkemeye erişim hakkı, bireylerin iddia ve savunmalarını bir yargı mercii önünde ileri sürebilmelerine imkân sağlayan haktır. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
31. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
32. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre de temel hak ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen sınırlamalar da ancak kanunla düzenlenebilir. Normlar hiyerarşisinde kanunlardan sonra gelen tüzükle mahkemeye erişim hakkını kısıtlayan bir düzenleme yapılamayacağı gibi HMK’nın 114. maddesinin 2. fıkrasında da açıkça diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle Tapu Sicil Tüzüğünün 75/4. maddesindeki tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğu ve buna bağlı olarak idari itiraz sürecinin tamamlanmadığından bahisle davanın usulden reddine karar verilmesi mümkün değildir.
33. Diğer yandan, 07.02.2014 olan dava tarihi direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 10.02.2017 olarak yazılmış ise de bu husus mahkemece her zaman düzeltilmesi mümkün maddi hata niteliğindedir.
34. Hâl böyle olunca, yukarıda yazılı değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı yerel mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
35. Ne var ki, sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

IV. SONUÇ:
Açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle;
Direnme uygun olup davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-2. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.03.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu         2017/1224 E.  ,  2021/209 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tapu kaydında düzeltim” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Akşehir Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 08.04.2014 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin mirasbırakanı “Hafız Mehmet Oruç’un” Akşehir İlçesi, 281 ada, 123 parsel sayılı taşınmazda paydaş olduğunu, ancak tapu kaydında adının sadece ”Mehmet” olarak yazıldığını, tapu kaydındaki ismin idari yoldan düzeltilmesi imkânının olmadığını ileri sürerek, malik adının nüfus kaydına uygun şekilde “Hafız Mehmet” olarak düzeltilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili, mahkemece gerekli araştırmanın yapılarak, malik ile davacının murisinin aynı kişi olmadığının tespiti hâlinde davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Akşehir Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.06.2014 tarihli ve 2014/267 E., 2014/436 K. sayılı kararı ile; 123 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydında malik adının “Mehmet Oruç, Kazım oğlu” olarak yazıldığı, ancak nüfus müdürlüğünce bu isimde bir kişinin bulunmadığı, sadece “Kazım oğlu Hafız Mehmet Oruç” ismine rastlandığının bildirildiği, yapılan kolluk araştırmasına göre aynı kişi olduğu, tapudaki dayanak belgeler incelendiğinde de Kazım oğlu Mehmet Oruç olarak geçen şahsın Kazım oğlu Hafız Mehmet Oruç olduğu kanaatine varıldığı, ayrıca Tapu Sicil Tüzüğünün ilgili maddelerine göre kaydın düzeltilmesi için öncelikle tapu müdürlüğüne başvurulduğu ancak başvurunun reddedildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 31.03.2015 tarihli ve 2015/4042 E., 2015/4457 K. sayılı kararı ile;

“…Dava, tapu kaydına yanlış yazılan kimlik bilgilerinin düzeltilmesi isteğine ilişkin olup 08.04.2014 tarihinde açılmış, mahkemece esastan karar verilmiştir.
Taşınmazların, kadastro tespiti ya da tapuya tescili sırasında mülkiyet hakkı sahibinin adı, soyadı, baba adı gibi kimlik bilgilerinin kayda eksik ya da hatalı işlenmesi, kayıt düzeltme taleplerinin kaynağını oluşturur. Bu tür taleplerde kimlik bilgileri düzeltilirken, taşınmaz malikinin değişmemesi, diğer bir anlatımla mülkiyet aktarımına neden olunmaması gerekir.
Bu talepler, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK’nın) 1027. maddesi gereğince mahkemeye yapılırsa, 6100 sayılı HMK’nın 382/(2)-ç)-1 maddesi gereğince çekişmesiz yargı usulüne göre sulh hukuk mahkemesinde ve taşınmazın aynına ilişkin bulunduğundan, aynı Kanunun 12. maddesi uyarınca taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde görülür.
Bunun yanı sıra, 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren TMK’nin 702. maddesinin son fıkrası gereğince ortaklardan her birinin topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabileceği ve bu korumadan bütün ortakların yararlanabileceği öngörüldüğünden elbirliği mülkiyetinde, ortaklardan her hangi biri de tek başına tapuda murisin kimlik bilgileri ile ilgili olarak düzeltme isteyebilir.
Bununla birlikte, Bakanlar Kurulunun 22.7.2013 tarihli ve 2013/5150 sayılı kararı ile kabul edilen, 17.8.2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni Tapu Sicili Tüzüğünün 28. maddesinde, kütük sayfası malik sütununda malikin adı ve soyadı, baba adı ile edinme nedeni, tarih ve yevmiye numarasının yazılacağı, tüzel kişilerin unvanlarının tam olarak yazılacağı ve paylı mülkiyette pay miktarı; paydaşların adı, soyadı ve baba adından sonraki kısımda, kesirli olarak gösterileceği ifade edilmiştir.
Aynı Tüzüğün 72. maddesinde, “Tapu sicilinde değişikliğin, hak sahibinin istemine ya da yetkili makam veya mahkeme kararına istinaden yapılabileceği” 74. maddesinde ise “Kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı basit yazım hatası yapıldığının tespit edilmesi hâlinde, müdür tarafından nedeni düzeltmeler sicilinde açıklanarak, re’sen düzeltme yapılacağı, istem belgesinde yapılan yanlışlık veya eksiklik düzeltilerek, belgenin uygun bir yerine yazılmak suretiyle taraflar ve tapu görevlilerince imzalanacağı ve sicilde buna uygun düzeltme yapılacağı, ana veya yardımcı siciller üzerinde yapılmış hata veya eksikliklerin, ilgililerce sunulan veya başka idarelerce düzenlenen belgelerden kaynaklanması hâlinde, ilgililerin gerçek durumu kanıtlayıcı belgelere dayalı başvuruları üzerine, istem, yevmiye defterine kaydedilerek gerekli düzeltme yapılacağı, kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı tescil veya esaslı yazım hatasının düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması gerektiği, ilgililerden birisinin yazılı oluru olmazsa, bu durum beyanlar sütununda belirtilerek, 26.9.2011 tarihli ve 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre işlem yapılacağı, yapılacak düzeltmeler hatalı yazımdan sonra hak sahibi olmuş kişilerin hakkını etkileyici nitelikte ise, bu hak sahiplerinin de yazılı olurlarının aranacağı, müdürlüğün ilgililerin bilgisi dışında yaptığı işlemleri tebliğ etmekle yükümlü” olduğu açıklanmıştır.
Tapu Sicil Tüzüğünün 75. maddesi “ (1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine;
a) Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber,
b) Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler, incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir.
(2) Zeminde incelemenin, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılacağı ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenleneceği, zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinleneceği; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır.

(3) Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkraların uygulanır.
(4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur” şeklinde düzenlenmiştir.
Yine aynı Tüzüğün 26. maddesine göre ise mevzuat ve bu Tüzükte yer alan hükümlere uygun olmayan ve 4721 sayılı Kanunun 1011 inci maddesine göre geçici tescil şerhine de imkân bulunmayan istemlerin geciktirilmeden, gerekçesi, itiraz yeri ve süresi de belirtilmek suretiyle reddedileceği, ret kararının, istem sahibine elden veya 11.2.1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği ve ret kararına, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğünün kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebileceği belirtilmektedir.
Yukarıda açıklanan yeni Tapu Sicil Tüzüğü hükümleri ve özelikle 75. maddesi nazara alındığında, tapu müdürlüklerine oldukça geniş yetkiler verilerek tapudaki hataların daha kısa bir sürede, idari yoldan düzeltilmesine imkân verildiği görülmektedir. Yine bu maddenin son fıkrasında ise “Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur.” hükmü bulunmaktadır.
Bu hüküm hak arama özgürlüğünü kısıtlamamakta, aksine hak arayanlara haklarını çok daha kısa bir sürede, kolay, ucuz ve basit bir şekilde elde etme imkânı vermektedir. Hal böyle olunca, bu imkânın öncelikle tüketilmesi ve bu yolla bir sonuç alınamaması durumunda ilgilinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1027. maddesi gereğince mahkemeye başvurması zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu nedenle, yeni Tapu Sicili Tüzüğünün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği 17.8.2013 tarihinden sonra, davacının, mahkemeye müracaat etmeden, öncelikle ilgili tapu müdürlüğüne yukarıda açıklanan prosedüre uygun şekilde başvurması, eğer bu talebinde istediği sonucu alamazsa daha sonra mahkemeye başvurması gerekir.
Hâl böyle olunca, Tapu Sicili Tüzüğü gereğince öncelikle tapu müdürlüğüne başvurma zorunluluğu getiren yasal prosedür izlenmeden doğrudan dava açıldığından, davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Akşehir Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.10.2015 tarihli ve 2015/260 E., 2015/620 K. sayılı kararı ile; davacı tarafından sunulan Akşehir Tapu Müdürlüğünün 05.02.2014 tarihli idari başvurunun reddine ilişkin karar ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu taşınmazın malik hanesinde kayıt malikinin isminin sehven yanlış yazıldığı, kayıt maliki dışında bir başka şahsın taşınmazla ilgi ve alakasının olmadığı, ayrıca davacı tarafından dava açılmadan önce tapu müdürlüğüne başvuru yapıldığı ancak düzeltme talebinin reddedildiği gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tapu kaydında malik kimlik bilgilerinin düzeltilmesi istemi ile 08.04.2014 tarihinde açılan eldeki davada, dava açılmadan önce kaydın düzeltilmesi için Tapu Sicili Tüzüğünün 75. maddesinin 4. fıkrasına göre tapu müdürlüğüne başvuru yapılıp yapılmadığı, varılacak sonuca göre davanın usulden reddine karar verilmesinin gerekli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Bilindiği üzere tapu sicili, Devletin sorumluluğu altında, tescil ve açıklık ilkelerine göre taşınmazlar ile üzerindeki hakların durumlarını göstermek üzere tutulan sicildir.
13. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) öngördüğü tapu sicillerinin düzenli bir biçimde tutulmasını sağlamak amacıyla 2013/5150 sayılı yeni Tapu Sicili Tüzüğü, 17.08.2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
14. Tüzükte, taşınmazlarla ilgili mülkiyet hakkı, sınırlı aynî haklar ve kişisel hakların tapu siciline tescil, değişiklik, terkin ve düzeltme işlemleri ile sicil ve belgelerin arşivlenmesinin usûl ve esasları gösterilmiş olup; 28. maddesinde mülkiyet hakkının tapu kütüğüne ne şekilde tescil edileceği düzenlenmiş ve kütük sayfası malik sütununda malikin adı ve soyadı, baba adı ile edinme nedeni, tarih ve yevmiye numarası ile tüzel kişilerin unvanlarının tam olarak yazılacağı ve paylı mülkiyette pay miktarı; paydaşların adı, soyadı ve baba adından sonraki kısımda, kesirli olarak gösterileceği ifade edilmiştir.
15. Taşınmazların kadastro tespiti ya da tapuya tescili sırasında mülkiyet hakkı sahibinin adı, soyadı, baba adı, cinsiyeti, doğum tarihleri gibi kimlik bilgilerinin kayda eksik ya da hatalı işlenmesi, kayıt düzeltme davalarının kaynağını oluşturmaktadır. Tapu kaydında kimlik bilgilerinin düzeltilmesine veya tespitine ilişkin olarak açılan bu davalardaki amaç da kayıt malikinin tapu kaydındaki kimlik bilgilerinin nüfus kaydı ile uyumlu hâle getirilmesidir.
16. TMK’nın 1027. maddesine göre ilgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, Tapu Sicili Tüzüğü kuralları uyarınca resen düzeltilmesi mümkün olan basit yazı yanlışlıkları (adi yazım hataları) dışında, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararı ile düzeltebilir. Bu bağlamda Tüzüğün 74. maddesinde ana veya yardımcı siciller üzerindeki düzeltmelerin ne şekilde yapılacağı açıklanmış ve maddenin 1. fıkrasında; kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı basit yazım hatası yapıldığının tespit edilmesi hâlinde, müdür tarafından nedeni düzeltmeler sicilinde açıklanarak, basit yazım hatalarının resen düzeltileceği öngörülmüştür. Buna göre tapu müdürü, hakkın içeriğini etkilemeyen ve kütükte belgesine aykırılık teşkil eden adi yazım hatalarını kendiliğinden hiçbir işleme gerek kalmadan düzeltebilir.
17. İlgili kişinin başvurusu üzerine yapılacak düzetmeler ise Tapu Sicili Tüzüğünün 75. maddesinde; “(1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine;
a) Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber,
b) Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler, incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir.
(2) Zeminde incelemenin, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılacağı ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenleneceği, zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinleneceği; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır.
(3) Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkraların uygulanır.
(4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur” şeklinde düzenlenmiş olup; buna göre kadastro çalışmaları sırasında oluşan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin yazım hatalarının ilgilisinin başvurusu üzerine; maddede belirtilen belgelerin incelenmesi ve gerekli araştırmanın yapılması sonucunda istemin gerçek hak sahibinden geldiğinin belirlenmesi koşuluna bağlı olarak, tapu memurunca düzeltilmesi mümkündür.
18. Bu madde mülga Tapu Sicili Tüzüğünün 87. maddesine benzer bir düzenleme içermekle beraber yeni Tapu Sicili Tüzüğünün yukarıda metnine yer verilen 75. maddesinin 4. fıkrasında, madde hükümleri uyarınca yapılacak kayıt düzeltmeleri için tapu müdürlüklerine başvuru zorunluluğu getirilmiştir.

19. Diğer yandan Tüzüğün 26. maddesinde; mevzuat ve Tüzükte yer alan hükümlere uygun olmayan ve TMK’nın 1011. maddesine göre geçici tescil şerhine de imkân bulunmayan istemlerin geciktirilmeden, gerekçesi, itiraz yeri ve süresi de belirtilmek suretiyle reddedileceği, ret kararının kütüğün beyanlar sütununda belirtileceği ve kararın, istem sahibine elden veya Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, ret kararına karşı ise tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğü kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebileceği düzenlenmiştir.
20. Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olaya gelindiğinde, eldeki dava tapu kaydında malik adının düzeltilmesi istemi ile 08.04.2014 tarihinde açılmış olup, davacının kayıttaki yanlışlığın düzeltilmesi için davadan önce Tüzüğün 75/4. maddesine göre ilgili tapu müdürlüğüne yaptığı müracaat 05.02.2014 tarihli kararla reddedilmiş ve bu husus dava konusu taşınmazın beyanlar sütununa yazılmıştır. Ret kararı verilmesi hâlinde istemde bulunan kişinin izlemesi gereken idari yol Tüzüğün 26. maddesinde gösterilmiş olmasına karşın davacı itiraz yollarını tüketmemiştir.
21. Böyle olunca tapu kütüğündeki yazım hatalarının düzeltilmesi istemi ile TMK’nın 1027. maddesi uyarınca açılan davalar bakımından, Tapu Sicili Tüzüğünde düzenlenen tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğu ve itiraz yollarına ilişkin prosedürün tamamlanmasının dava şartı niteliğinde olup olmadığının tartışılması gerekmektedir.
22. Dava şartları medeni usul hukukuna ait bir kurum olup, amacı; bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır.
23. Mahkemenin, davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi ve karar verebilmesi için varlığı veya yokluğu mutlaka gerekli olan şartlardır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hâllere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi).
24. Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir. Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür. Çünkü hâkim, dava şartlarının bulunup bulunmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden inceler. Tarafların da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürmeleri mümkündür. Ancak tarafların bu konuda mutlaka talepte bulunmaları gerekli olmadığı gibi hâkim de tarafların talepleri ile bağlı değildir. Ayrıca bazı durumlarda dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün olabilir. Bu gibi durumlarda mahkeme dava şartı noksanlığının tamamlanması için kesin süre vermek zorundadır. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemiş ise ancak o zaman dava şartı yokluğu sebebiyle davayı usulden reddeder.
25. Genel dava şartları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde hüküm altına alınmış ise de dava şartları anılan maddede sayılanlar ile sınırlı olmayıp, başka kanunlarda öngörülen dava şartları da olabilir. Nitekim 114. maddenin 2. fıkrasında; diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir.
26. Diğer yandan, hiyerarşik normlar sistemi olan hukuk düzeninde, alt düzeydeki normların, yürürlüklerini üst düzeydeki normlardan aldığı kuşkusuzdur. Normlar hiyerarşisinin en üstünde evrensel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunmakta, daha sonra gelen kanunlar yürürlüğünü Anayasa’dan, tüzükler yürürlüğünü kanundan, yönetmelikler ise yürürlüğünü kanun ve tüzükten almaktadırlar. Bir normun kendisinden daha üst konumda bulunan ve dayanağını oluşturan bir norma aykırı veya bunu değiştirici nitelikte bir hüküm getirmesi mümkün bulunmamaktadır (Kuluçlu, E.: Türk Hukuk Sisteminde Normlar Hiyerarşisi ve Sayıştay Denetimine Etkileri, Sayıştay Dergisi, sayı: 71, s. 21; HGK’nın 23.01.2020 tarihli ve 2017/4-1323 E., 2020/59 K.).
27. Normlar hiyerarşisinde bir alt norm üst norma aykırılık teşkil etmemeli, üst normun kendisine verdiği hukuki sınırların dışına çıkmamalıdır. Hukuk normları arasında var olan hiyerarşinin anayasal ölçüler içerisinde temin edilmesi hususu hukuk devleti açısından da önem taşımaktadır. Zira daha üstteki normla yasaklanmayan bir husus daha alt normla yasaklandığı takdirde hukuk devleti ilkesi zedelenmektedir.
28. Anayasa’nın 115. maddesinde yer alan “Bakanlar Kurulu, kanunun uygulanmasını göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere tüzük çıkarabilir” şeklindeki hüküm yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, Anayasa değişikliğinden önce çıkarılmış olan Tüzükler hukuksal varlığını sürdürmektedir. Normlar hiyerarşisinde kanunlardan sonra gelen tüzüklerin kanunlara aykırı düzenleme içermemesi gereği de açıktır.
29. Bu kapsamda Tapu Sicili Tüzüğünün ilgili maddeleri değerlendirilecek olursa, tapu kayıtlarında idarece düzeltilebilecek ad, soyad, baba adı, cinsiyet gibi basit kimlik bilgileri ve buna benzer adi yazım hatalarının TMK’nın 1027. maddesi çerçevesinde çok sayıda davaya konu edildiği gözetilerek, Tüzüğün 75. maddesinde bu gibi taleplerin mahkemeye taşınmadan idari yoldan daha kolay ve hızlı şekilde düzeltilmesi imkânı tanınmıştır. Ne var ki, uygulamada bu düzeltim yolları tapu müdürlükleri tarafından yeterince işletilmeyerek, başvuruda bulunan kişiler çoğunlukla dava açmaya yöneltilerek gereksiz zaman kaybına yol açıldığı gibi Tüzüğün 75. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenen tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğunun TMK’nın 1027. maddesine göre açılacak davalar bakımından bir dava şartı niteliğinde olduğunu söyleme imkânı da bulunmamaktadır. Zira bu husus mahkemeye erişim hakkı ile ilgili olup; esas olan da mahkemeye erişim hakkının teoride kalmayıp, bireylerin bu hakkını etkili bir şekilde kullanabilmeleridir.
30. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Anılan maddeye göre herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Mahkemeye erişim hakkı, bireylerin iddia ve savunmalarını bir yargı mercii önünde ileri sürebilmelerine imkân sağlayan haktır. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
31. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
32. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre de temel hak ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen sınırlamalar da ancak kanunla düzenlenebilir. Normlar hiyerarşisinde kanunlardan sonra gelen tüzükle mahkemeye erişim hakkını kısıtlayan bir düzenleme yapılamayacağı gibi HMK’nın 114. maddesinin 2. fıkrasında da açıkça diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle Tapu Sicil Tüzüğünün 75/4. maddesindeki tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğu ve buna bağlı olarak idari itiraz sürecinin tamamlanmadığından bahisle davanın usulden reddine karar verilmesi mümkün değildir.
33. Diğer yandan, 08.04.2014 olan dava tarihi direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 24.04.2015 olarak yazılmış ise de bu husus mahkemece her zaman düzeltilmesi mümkün maddi hata niteliğindedir.
34. Hâl böyle olunca, yukarıda yazılı değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı yerel mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
35. Ne var ki, sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

IV. SONUÇ:
Açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle;
Direnme uygun olup davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-2. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.03.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi


Hukuk Genel Kurulu         2017/1230 E.  ,  2021/210 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tapu kaydında düzeltim” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kahramanmaraş 1. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 06.02.2014 tarihli dava dilekçesinde; Kahramanmaraş İli, Göllü Köyü, 331 parsel sayılı taşınmazın 1/3 payı ile aynı yerdeki 520 parselin 1/2 payının miras bırakan (babası) Mehmet oğlu Mustafa Hacı Göl’e ait olduğunu, malik isminin nüfus kaydında “Mustafa Hacı” olmasına karşın tapu kayıtlarında sadece “Hacı” olarak yazıldığını ileri sürerek, malik isminin nüfus kaydına uygun şekilde düzeltilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalı Cevabı:
5. Davalı … vekili; davacının dava açmadan önce Tapu Sicil Tüzüğünün 75. maddesine göre Tapu Müdürlüğüne istem konusunda yazılı olarak müracaat etmesi gerekirken doğrudan dava açtığını, böyle olunca dava ön şartını yerine getirmediğini beyan ederek, davanın usulden reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Kahramanmaraş 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 16.10.2014 tarihli ve 2014/237 E., 2014/237 K. sayılı kararı ile; tüm dosya kapsamına göre dava konusu taşınmazların davacının babasına ait olduğu ve davacı tarafından kullanıldığı, ancak taşınmazın tapuya kayıt işlemleri sırasında yanlışlık yapıldığı, davacının haklı olduğu ayrıca mahkemece verilen süre içerisinde Tapu Müdürlüğüne başvuruda bulunarak dava ön şartının yerine getirildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 26.05.2015 tarihli ve 2015/7518 E., 2015/7690 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, tapu kaydına yanlış yazılan kimlik bilgilerinin düzeltilmesi isteğine ilişkin olup, 17.8.2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni Tapu Sicil Tüzüğü’nün yürürlüğü zamanında 06.02.2014 tarihinde açılmış; mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, yeni Tapu Sicil Tüzüğü hükümleri ve özelikle 75. maddesi nazara alındığında, tapu müdürlüklerine oldukça geniş yetkiler verilerek tapudaki hataların daha kısa bir sürede, idari yoldan düzeltilmesine imkân verildiği ve kayıt düzeltmeleri için öncelikle müdürlüklere başvuru yapılmasının zorunlu tutulduğu görülmektedir..
Bu nedenle, yeni Tapu Sicil Tüzüğünün Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği 17.8.2013 tarihten itibaren, ilgililerin mahkemeye müracaat etmeden önce, ilk olarak tapu müdürlüklerine yukarıda açıklanan prosedüre uygun şekilde başvurması kaçınılmaz olup, değinilen prosedür izlenmeden mahkeme önüne getirilen davanın dinlenebilme olanağı yoktur.
Bunun yanında, ilgililerin tapu müdürlüklerine yaptıkları yazılı ya da sözlü düzeltim başvuruları üzerine, tapu müdürlüklerinin Tüzüğün 75. maddesinde belirtilen araştırma ve soruşturmayı yapmadan verdikleri soyut içerikli ret kararları da davayı mahkeme önünde dinlenebilir hale getirmez.
Diğer taraftan, Tapu Sicil Tüzüğünün 75. maddesine aykırı olarak verilen bu tür ret kararlarına karşı ilgililerin aynı tüzüğün 26. maddesine göre itiraz imkânı bulunmaktadır.
Hâl böyle olunca, davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Kahramanmaraş 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.11.2015 tarihli ve 2015/484 E., 2015/917 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tapu kaydında malik kimlik bilgilerinin düzeltilmesi istemine ilişkin olan davanın, Tapu Sicil Tüzüğünün 75. maddesinin 4. fıkrasına göre öncelikle yanlışlığın düzeltilmesi için ilgili tapu müdürlüğüne başvuru yapılmadan 06.02.2014 tarihinde açıldığı, mahkemece 08.07.2014 tarihli celsede başvuru yapması için davacıya verilen iki haftalık süre içerisinde düzeltme talebinde bulunulduğu, ancak yapılan başvurunun Dulkadiroğlu Tapu Müdürlüğünün 29.08.2014 tarih ve 6308 yevmiye sayılı kararı ile reddedildiği, ret kararına karşı ise Tüzüğün 26. maddesine göre itirazda bulunulmadığı gözetildiğinde, dava ön şartının yargılama sırasında tamamlandığının kabul edilip edilemeyeceği, burada varılacak sonuca göre davanın usulden reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Bilindiği üzere tapu sicili, Devletin sorumluluğu altında, tescil ve açıklık ilkelerine göre taşınmazlar ile üzerindeki hakların durumlarını göstermek üzere tutulan sicildir.
13. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) öngördüğü tapu sicillerinin düzenli bir biçimde tutulmasını sağlamak amacıyla 2013/5150 sayılı yeni Tapu Sicili Tüzüğü, 17.08.2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
14. Tüzükte, taşınmazlarla ilgili mülkiyet hakkı, sınırlı aynî haklar ve kişisel hakların tapu siciline tescil, değişiklik, terkin ve düzeltme işlemleri ile sicil ve belgelerin arşivlenmesinin usûl ve esasları gösterilmiş olup; 28. maddesinde mülkiyet hakkının tapu kütüğüne ne şekilde tescil edileceği düzenlenmiş ve kütük sayfası malik sütununda malikin adı ve soyadı, baba adı ile edinme nedeni, tarih ve yevmiye numarası ile tüzel kişilerin unvanlarının tam olarak yazılacağı ve paylı mülkiyette pay miktarı; paydaşların adı, soyadı ve baba adından sonraki kısımda, kesirli olarak gösterileceği ifade edilmiştir.
15. Taşınmazların kadastro tespiti ya da tapuya tescili sırasında mülkiyet hakkı sahibinin adı, soyadı, baba adı, cinsiyeti, doğum tarihleri gibi kimlik bilgilerinin kayda eksik ya da hatalı işlenmesi, kayıt düzeltme davalarının kaynağını oluşturmaktadır. Tapu kaydında kimlik bilgilerinin düzeltilmesine veya tespitine ilişkin olarak açılan bu davalardaki amaç da kayıt malikinin tapu kaydındaki kimlik bilgilerinin nüfus kaydı ile uyumlu hâle getirilmesidir.
16. TMK’nın 1027. maddesine göre ilgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, Tapu Sicili Tüzüğü kuralları uyarınca resen düzeltilmesi mümkün olan basit yazı yanlışlıkları (adi yazım hataları) dışında, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararı ile düzeltebilir. Bu bağlamda Tüzüğün 74. maddesinde ana veya yardımcı siciller üzerindeki düzeltmelerin ne şekilde yapılacağı açıklanmış ve maddenin 1. fıkrasında; kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı basit yazım hatası yapıldığının tespit edilmesi hâlinde, müdür tarafından nedeni düzeltmeler sicilinde açıklanarak, basit yazım hatalarının resen düzeltileceği öngörülmüştür. Buna göre tapu müdürü, hakkın içeriğini etkilemeyen ve kütükte belgesine aykırılık teşkil eden adi yazım hatalarını kendiliğinden hiçbir işleme gerek kalmadan düzeltebilir.
17. İlgili kişinin başvurusu üzerine yapılacak düzetmeler ise Tapu Sicili Tüzüğünün 75. maddesinde; “(1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine;
a)Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber,
b)Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler, incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir.
(2)Zeminde incelemenin, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılacağı ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenleneceği, zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinleneceği; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır.
(3)Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkraların uygulanır.
(4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur” şeklinde düzenlenmiş olup; buna göre kadastro çalışmaları sırasında oluşan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin yazım hatalarının ilgilisinin başvurusu üzerine; maddede belirtilen belgelerin incelenmesi ve gerekli araştırmanın yapılması sonucunda istemin gerçek hak sahibinden geldiğinin belirlenmesi koşuluna bağlı olarak, tapu memurunca düzeltilmesi mümkündür.
18. Bu madde mülga Tapu Sicili Tüzüğünün 87. maddesine benzer bir düzenleme içermekle beraber yeni Tapu Sicili Tüzüğünün yukarıda metnine yer verilen 75. maddesinin 4. fıkrasında, madde hükümleri uyarınca yapılacak kayıt düzeltmeleri için tapu müdürlüklerine başvuru zorunluluğu getirilmiştir.
19. Diğer yandan Tüzüğün 26. maddesinde; mevzuat ve Tüzükte yer alan hükümlere uygun olmayan ve TMK’nın 1011. maddesine göre geçici tescil şerhine de imkân bulunmayan istemlerin geciktirilmeden, gerekçesi, itiraz yeri ve süresi de belirtilmek suretiyle reddedileceği, ret kararının kütüğün beyanlar sütununda belirtileceği ve kararın, istem sahibine elden veya Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, ret kararına karşı ise tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğü kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebileceği düzenlenmiştir.
20. Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olaya gelindiğinde, eldeki dava tapu kaydında malik adının düzeltilmesi istemi ile 06.02.2014 tarihinde açılmış olup, davacı kayıttaki yanlışlığın düzeltilmesi için davadan önce Tüzüğün 75/4. maddesine göre ilgili tapu müdürlüğüne müracaatta bulunmamış ise de yargılama sırasında mahkemece verilen süre içerisinde yaptığı başvuru Dulkadiroğulları Tapu Müdürlüğünün 29.08.2014 tarihli kararı ile reddedilmiş ve ilgili karar dosyaya sunulmuştur. Ancak, ret kararı verilmesi hâlinde istemde bulunan kişinin izlemesi gereken idari yol Tüzüğün 26. maddesinde gösterilmiş olmasına karşın davacı itiraz yollarını tüketmemiştir.
21. Böyle olunca tapu kütüğündeki yazım hatalarının düzeltilmesi istemi ile TMK’nın 1027. maddesi uyarınca açılan davalar bakımından, Tapu Sicili Tüzüğünde düzenlenen tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğu ve itiraz yollarına ilişkin prosedürün tamamlanmasının dava şartı niteliğinde olup olmadığının tartışılması gerekmektedir.
22. Dava şartları medeni usul hukukuna ait bir kurum olup, amacı; bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır.
23. Mahkemenin, davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi ve karar verebilmesi için varlığı veya yokluğu mutlaka gerekli olan şartlardır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hâllere, olumlu dava şartları (görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (kesin hüküm gibi).
24. Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir. Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür. Çünkü hâkim, dava şartlarının bulunup bulunmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden inceler. Tarafların da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürmeleri mümkündür. Ancak tarafların bu konuda mutlaka talepte bulunmaları gerekli olmadığı gibi hâkim de tarafların talepleri ile bağlı değildir. Ayrıca bazı durumlarda dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün olabilir. Bu gibi durumlarda mahkeme dava şartı noksanlığının tamamlanması için kesin süre vermek zorundadır. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemiş ise ancak o zaman dava şartı yokluğu sebebiyle davayı usulden reddeder.
25. Genel dava şartları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinde hüküm altına alınmış ise de dava şartları anılan maddede sayılanlar ile sınırlı olmayıp, başka kanunlarda öngörülen dava şartları da olabilir. Nitekim 114. maddenin 2. fıkrasında; diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir.
26. Diğer yandan, hiyerarşik normlar sistemi olan hukuk düzeninde, alt düzeydeki normların, yürürlüklerini üst düzeydeki normlardan aldığı kuşkusuzdur. Normlar hiyerarşisinin en üstünde evrensel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunmakta, daha sonra gelen kanunlar yürürlüğünü Anayasa’dan, tüzükler yürürlüğünü kanundan, yönetmelikler ise yürürlüğünü kanun ve tüzükten almaktadırlar. Bir normun kendisinden daha üst konumda bulunan ve dayanağını oluşturan bir norma aykırı veya bunu değiştirici nitelikte bir hüküm getirmesi mümkün bulunmamaktadır (Kuluçlu, E.: Türk Hukuk Sisteminde Normlar Hiyerarşisi ve Sayıştay Denetimine Etkileri, Sayıştay Dergisi, sayı: 71, s. 21; HGK’nın 23.01.2020 tarihli ve 2017/4-1323 E., 2020/59 K.).
27. Normlar hiyerarşisinde bir alt norm üst norma aykırılık teşkil etmemeli, üst normun kendisine verdiği hukuki sınırların dışına çıkmamalıdır. Hukuk normları arasında var olan hiyerarşinin anayasal ölçüler içerisinde temin edilmesi hususu hukuk devleti açısından da önem taşımaktadır. Zira daha üstteki normla yasaklanmayan bir husus daha alt normla yasaklandığı takdirde hukuk devleti ilkesi zedelenmektedir.
28. Anayasa’nın 115. maddesinde yer alan “Bakanlar Kurulu, kanunun uygulanmasını göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere tüzük çıkarabilir” şeklindeki hüküm yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, Anayasa değişikliğinden önce çıkarılmış olan Tüzükler hukuksal varlığını sürdürmektedir. Normlar hiyerarşisinde kanunlardan sonra gelen tüzüklerin kanunlara aykırı düzenleme içermemesi gereği de açıktır.
29. Bu kapsamda Tapu Sicili Tüzüğünün ilgili maddeleri değerlendirilecek olursa, tapu kayıtlarında idarece düzeltilebilecek ad, soyad, baba adı, cinsiyet gibi basit kimlik bilgileri ve buna benzer adi yazım hatalarının TMK’nın 1027. maddesi çerçevesinde çok sayıda davaya konu edildiği gözetilerek, Tüzüğün 75. maddesinde bu gibi taleplerin mahkemeye taşınmadan idari yoldan daha kolay ve hızlı şekilde düzeltilmesi imkânı tanınmıştır. Ne var ki, uygulamada bu düzeltim yolları tapu müdürlükleri tarafından yeterince işletilmeyerek, başvuruda bulunan kişiler çoğunlukla dava açmaya yöneltilerek gereksiz zaman kaybına yol açıldığı gibi Tüzüğün 75. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenen tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğunun TMK’nın 1027. maddesine göre açılacak davalar bakımından bir dava şartı niteliğinde olduğunu söyleme imkânı da bulunmamaktadır. Zira bu husus mahkemeye erişim hakkı ile ilgili olup; esas olan da mahkemeye erişim hakkının teoride kalmayıp, bireylerin bu hakkını etkili bir şekilde kullanabilmeleridir.
30. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Anılan maddeye göre herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı … davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Mahkemeye erişim hakkı, bireylerin iddia ve savunmalarını bir yargı mercii önünde ileri sürebilmelerine imkân sağlayan haktır. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur.
31. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34)
32. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesine göre de temel hak ve hürriyetler özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen sınırlamalar da ancak kanunla düzenlenebilir. Normlar hiyerarşisinde kanunlardan sonra gelen tüzükle mahkemeye erişim hakkını kısıtlayan bir düzenleme yapılamayacağı gibi HMK’nın 114. maddesinin 2. fıkrasında da açıkça diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle Tapu Sicil Tüzüğünün 75/4. maddesindeki tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğu ve buna bağlı olarak idari itiraz sürecinin tamamlanmadığından bahisle davanın usulden reddine karar verilmesi mümkün değildir.
33. Diğer yandan, 06.02.2014 olan dava tarihi direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 24.06.2015 olarak yazılmış ise de bu husus mahkemece her zaman düzeltilmesi mümkün maddi hata niteliğindedir.
34. Hâl böyle olunca, yukarıda yazılı değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı yerel mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
35. Ne var ki, sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle;
Direnme uygun olup davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-2. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.03.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu         2020/568 E.  ,  2021/194 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesince davanın yargı yolu nedeniyle usulden reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; müvekkilinin Safranbolu İcra Dairesinin 2005/129 talimat sayılı dosyası üzerinden yapılan ihalede, dava konusu 131 ada 79 parsel sayılı taşınmazın 1250/7352 payını satın aldığını, ihalenin kesinleşmesi üzerine tapuda tescili sağlamak için İcra Dairesinin 05.09.2011 tarihli yazısı ile Safranbolu Tapu Müdürlüğüne müracaat ettiğini, ancak talebinin 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu uyarınca taşınmazın bölünemez nitelikte tarım arazisi olduğundan bahisle reddedildiğini, ret kararına karşı süresi içerisinde Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne itirazda bulunmasına ve itiraz üzerinden 60 gün geçmesine karşın müvekkiline cevap verilmediğini, böyle olunca ret kararının iptali için Zonguldak İdare Mahkemesinde dava açtığını, mahkemece davanın tapuya tescile ilişkin olduğu ve adli yargı yerinin görevine ilişkin bulunduğu gerekçesiyle reddedildiğini, kararın 13.02.2012 tarihinde kesinleştiğini, oysa ki davacının usulsüne uygun olarak mülkiyeti iktisap ettiğini, tescil sonucunda taşınmazın bölünmesi, parçalanması ya da hissedarların çoğalması gibi bir durumun da söz konusu olmadığını ileri sürerek, dava dışı Hatice Utku adına kayıtlı 1250/7352 payın iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; dava konusu taşınmazın 5578 sayılı Kanun ile değiştirilen 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 8. maddesine göre bölünemez nitelikte tarım arazisi olduğunu, bölünemez büyüklükteki tarım arazilerinin mirasa konu olmaları ve üzerlerinde her ne şekilde gerçekleşmiş olursa olsun birlikte mülkiyete konu olmaları durumunda bu arazilerin ifraz edilemez paylarının üçüncü şahıslara satılamayacağını, devredilemeyeceğini ve rehnedilemeyeceğini, bunların ancak aynı parseldeki diğer paydaşlara satışının mümkün olduğunu, davacının ise dava konusu taşınmazda ihale öncesinde bir payının bulunmadığını, bu nedenle tescil talebinin reddine dair işlemin hukuka uygun olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.09.2012 tarihli ve 2012/51 E., 2012/316 K. sayılı kararı ile; idari makam ve mercilerin, idari işleviyle ilgili kamu hukuku alanında tesis ettikleri tek taraflı doğrudan uygulanabilir nitelikte hukuki tasarruflar olan idari işlemlere karşı açılan davaların görüm ve çözümünün idari yargıya ait bulunduğu, uyuşmazlık konusu taşınmazın davacı adına tescil talebinin reddine ilişkin işlemin de idari işlem niteliğinde olduğu, davacı taraf her ne kadar cebri icra yoluyla edindiği ve Hatice Utku adına kayıtlı 1250/7352 payın adına tescilini talep etmiş ise de gerçek amacının tescil talebinin reddine ilişkin idari işlemi iptal ettirerek taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının tapuya tescilini temin etmek olduğundan talebin idari yargıda görülmesi gerektiği, bu nedenle Zonguldak İdare Mahkemesinin 30.12.2011 tarihli görevsizlik kararının yerinde olmadığı, nitekim benzer bir uyuşmazlıkta Danıştay 10. Dairesinin 17.06.1993 tarih ve 1991/2447 E., 1993/2562 K. sayılı kararında davanın idari yargıda çözümlenmesi gerektiğine karar verildiği gerekçesiyle davanın yargı yolu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 16.04.2013 tarihli ve 2013/3157 E., 2013/5646 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı, çekişme konusu taşınmazdan cebri ihale yoluyla pay satın aldığını, ancak Tapu Müdürlüğüne yaptığı tescil talebinin 5403 sayılı Kanun uyarınca reddedildiğini ileri sürerek, tescili sağlamak amacıyla eldeki davayı açmıştır.
Mahkemece, uyuşmazlığın İdari Yargıda çözülmesi gerektiği belirtilerek görevsizlik kararı verilmiştir.
Ne var ki, eldeki davanın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümleri çerçevesinde mülkiyet hakkından kaynaklanan bir dava olduğu, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesi kapsamında değerlendirilemeyeceği açıktır.
Hal böyle olunca, işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.10.2013 tarihli ve 2013/521 E., 2013/636 K. sayılı kararı ile ilk hükümdeki gerekçeler tekrar edilerek; mülkiyet hakkına dayalı davaların kayıt maliki olarak görünen kişi ile taşınmaz üzerinde hak iddia eden kişi arasında görüldüğü, davacının ise bu davayı tapuda malik olarak görünen Hatice Utku’ya değil Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne yöneterek idari işlemin iptal edilmesi yönündeki iradesini ortaya koyduğu, idari işlemin iptaline ilişkin davanın ise idari yargıda görülmesi gerektiği belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yargı yoluna ilişkin olup, davacının cebri icra ihalesi ile edindiği payın tapuda kendi adına tescili için yaptığı başvurunun 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 8. maddesi uyarınca taşınmazın bölünemez nitelikte tarım arazisi olduğundan bahisle reddi üzerine, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü aleyhine tescil istemi ile açtığı eldeki davanın, idari yargı da mı, yoksa adli yargı da mı görülmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. İdarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu sağlamak için çeşitli denetim yolları bulunmakla birlikte bunlar içerisinde en etkin ve nesnel olanı yargı denetimidir. İdarenin hukuk kuralları ile bağlı olması ve yaptığı işlemlere karşı yargı yolunun açık olması hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Nitekim Anayasa’nın 125. maddesinde; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu hükme bağlanmıştır.
13. Ülkemizde yargı ayrılığı sistemi geçerli olduğundan birden fazla yargı kolu bulunmaktadır. İdari makamların idare hukuku alanındaki faaliyetlerinden kaynaklanan uyuşmazlıklar ülkenin genel mahkemeleri olan adliye mahkemelerinde değil, bu amaçla kurulmuş olan idare mahkemelerinde çözümlenmektedir.
14. İdari yargı; Devletin merkezi ve yerel yönetim sistemleri içinde örgütlenmiş olan idare makamlarının kamu hukuku alanındaki eylem ve işlemlerinden doğan ihtilafların çözümlenmesini konu alan yargı koludur. Anayasa’nın 155. maddesine göre; idari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olan Danıştay’ın yapısı ve işleyişine dair düzenleme 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nda yapılmıştır. Bu yargı kolu bünyesindeki bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin kuruluş ve görevlerine dair genel hükümler ise 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri Ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş Ve Görevleri Hakkındaki Kanun ile hüküm altına alınmıştır.
15. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda ise idari yargı kolundaki mahkemelerin görevine giren uyuşmazlıkların çözümünde uygulanacak usul hükümleri düzenlenmiş ve aynı Kanun’un 2. maddesinin 1.fıkrasında idari dava türleri;
“a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar” şeklinde sayılmıştır. Dolayısıyla, idari eylem, işlem ve sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklar, kural olarak idari yargının görev alanına girmektedir.
16. Uygulama ve öğretide, kamu idarelerinin, kamu hizmetinin yürütümü sırasında, kamu gücü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları kesin ve yürütülmesi gereken işlemler, idari işlem olarak tanımlanmaktadır. Kamu gücü ayrıcalığı ile yapılan bu işlemler idare hukukuna tabi olup, hukuka aykırı olmaları durumunda, menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılacak dava sonucunda, işlem tarihinden itibaren bütün hüküm ve sonuçlarıyla birlikte iptal edilirler.
17. Diğer taraftan 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesinin 1-a bendinde, adli yargının görevli olduğu konularda açılan davaların reddine karar verileceği hükme bağlanarak, kanunların açıkça adli yargıyı görevli saydığı hâller idari yargının kapsamı dışında bırakılmıştır. Uygulamada, adli yargı ile idari yargının görev paylaşımı konusunda kimi zaman görüş ayrılıkları yaşanmakta ise de idari eylem, işlem ve sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıkların, idare hukuku kurallarına göre idari yargıda çözümlenmesinin temel sebebi bunların kamu gücü ayrıcalığına dayalı olarak hukuk alanında varlık kazanmış olmalarıdır.
18. Somut olayda uyuşmazlık, mülkiyet hakkının tapu siciline tescili isteminin reddine dair işlemden kaynaklandığından bu konu ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin de açıklanması gerekmektedir.
19. Tapu sicili, tescil ve açıklık ilkelerine göre taşınmazlar ile üzerlerindeki hakların durumlarını göstermek üzere tutulan resmi sicildir. Devletin denetim ve sorumluluğu altında tutulan tapu sicilinin, taşınmazların hukuki durumu hakkında bilgi verme ve taşınmazlar üzerindeki aynî haklarda açıklığı sağlama gibi iki önemli işlevi bulunmaktadır.
20. Tapu sicili, tapu kütüğü ve kat mülkiyeti kütüğü ile bunları tamamlayan yevmiye defteri ve belgeler ile plânlardan oluşur. Sicil kapsamındaki kütük ve belgeler, taşınmazın malikini, edinme sebebi ve tarihini, üzerindeki sınırlı aynî hakları, konumunu, yüzölçümünü, türünü ve planı gibi tüm hususları gösterir; taşınmazla ilgili bazı şahsi haklar ile devir ve temlik hakkı üzerinde kısıtlama varsa bunları da gösterir. Her ilçenin idari sınırları bir tapu sicili bölgesidir. Taşınmazlar, bulundukları bölgenin tapu siciline kaydedilir ve üzerlerindeki aynî hakların kurulması, devri, terkini gibi tüm işlemler sicilde gerçekleştirilir.
21. 6083 sayılı … Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun’un 2. maddesine göre tapu sicillerinin düzenli bir biçimde tutulmasını, taşınmazlarla ilgili her türlü akitli ve akitsiz tapu işlemleri ile tescil işlerinin yapılmasını, siciller üzerindeki değişikliklerin takibini, denetlenmesini, sicil ve belgelerin arşivlenerek korunmasını sağlama görev ve yetkisi Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne aittir.
22. Genel Müdürlüğün taşra teşkilatı ise bölge müdürlükleri ile bu müdürlüklere bağlı kadastro müdürlükleri ve tapu müdürlüklerinden oluşur. Mevzuat çerçevesinde taşınmaz mallara ait akitli ve akitsiz her türlü tescil, düzeltme, terkin işlemlerini yapmak, mevzuata aykırı istemleri Türk Medeni Kanunu ve Tapu Sicil Tüzüğünün ilgili maddeleri gereğince reddetmek, bu tür ret kararlarına karşı ilgilisinin itirazı hâlinde gerekli evrakları bölge müdürlüğüne göndermek gibi işler tapu müdürlüklerinin görevleri arasındadır.
23. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Tescil” başlıklı 705. maddesinin birinci fıkrasına göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Ancak, aynı maddenin hemen ikinci fıkrasında tescilsiz kazanım durumları düzenlenmiş ve miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyetin tescilden önce kazanılacağı öngörülmüştür.
24. Bir taşınmazın mülkiyetini miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâllerinden biri ile tescilsiz olarak kazanan kişi ise TMK’nın 716. maddesine göre tescili doğrudan yaptırabilir. Bu bağlamda, 17.08.2013 tarihli ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2013/5150 sayılı yeni Tapu Sicili Tüzüğünün 17. maddesinde; kanuni istisnalar dışında, tapu sicilinde hak sahibi olan kişilerin istemde bulunabileceği belirtildikten sonra tescilden önce hak sahibi olmuş kişilerin de hakkın tescili için gerekli belgeleri ibraz ederek istemde bulunabilecekleri düzenlenmiştir.
25. Cebri icra veya ortaklığın giderilmesi yoluyla yapılan satışlarda; gerçek kişi ihale alıcısının ayni hakkın tescili isteminde bulunabilmesi için Tüzüğün “Resmi Senet Düzenlenmesini Gerektirmeyen İşlemler” başlıklı 20. maddesinin (d) bendinde; Türkiye Cumhuriyeti kimlik numaralı nüfus bilgilerini ve fotoğrafını içeren, ihalenin kesinleştiğini ve tescili belirten yetkili merciin yazısını ibraz etmesi yeterli görülmüştür.
26. Davaya konu tescil isteminin reddine dair kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan mülga Tapu Sicili Tüzüğünün 12 ve 13. maddeleri ile 21. maddesinin (e) bendinde de, hâlen yürürlükte olan yeni Tapu Sicil Tüzüğüne paralel şekilde hak sahibinin belirlenmesine esas kimlik belgesi ile cebri icra veya ortaklığın giderilmesi yoluyla yapılan satışlarda, taşınmaz malın kime ihale edildiğini belirten ve tescili içeren ilgili merciin yazısının tapu sicil müdürlüğüne sunulması hâlinde tescil işleminin gerçekleştirilebileceği hüküm altında alınmıştır.
27. Hak sahiplerince yapılan tescil isteminin hangi durumda ne şekilde reddedileceği ise 2013/5150 sayılı yeni Tapu Sicili Tüzüğünün 26. maddesinde;
“(1)Mevzuat ve bu Tüzükte yer alan hükümlere uygun olmayan ve 4721 sayılı Kanunun 1011 inci maddesine göre geçici tescil şerhine de imkân bulunmayan istemler geciktirilmeden, gerekçesi, itiraz yeri ve süresi de belirtilmek suretiyle reddedilir.
(2)Ret kararının varlığı, tarih ve yevmiye numarası esas alınarak kütüğün beyanlar sütununda belirtilir. İstemin reddi halinde, ret gerekçesi giderilmeden reddin konusu tapu işlemi yapılamaz.

(3)Ret kararı, istem sahibine elden veya 11/2/1959 tarih ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir.
(4)Ret kararına, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde müdürlüğün bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne, bölge müdürlüğünün kararına karşı da tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Genel Müdürlüğe itiraz edilebilir” şeklindeki düzenleme ile mülga Tapu Sicil Tüzüğünün 23. maddesine paralel olarak hükme bağlanmıştır.
28. Yukarıda açıklanan tüm bu yasal mevzuat çerçevesinde dava konusu olay ele alındığında, davacı Safranbolu İcra Dairesinin 2005/129 Talimat sayılı takip dosyası kapsamında gerçekleştirilen ihale neticesinde 131 ada 79 parselde dava dışı Hatice Utku adına kayıtlı 1250/7352 payı satın almış, ihalenin kesinleşmesi üzerine tescili yaptırmak için yetkili merciin yazısı ile Safranbolu Tapu Müdürlüğüne müracaat etmiş, ancak idarenin 22.09.2011 tarih ve 3254 sayılı kararı ile 5578 sayılı Kanun ile değişik 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 8. maddesi uyarınca taşınmazın bölünemez nitelikte tarım arazisi olduğundan işlem yapılamayacağı belirtilerek tescil istemi reddedilmiştir. Davacının bölge müdürlüğüne yaptığı itiraz da reddedilmiş, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne yaptığı itiraz ise cevapsız bırakılmıştır. Ret kararının iptali ve taşınmazın tescili talebiyle açtığı dava ise Zonguldak İdare Mahkemesinin 30.12.2011 tarih ve 2011/2411 E., 2011/2124 K. sayılı kararı ile adli yargının görevli bulunduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu şekilde sonuç alamayan davacı, 17.02.2012 tarihinde Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü aleyhine eldeki davayı açarak, idari işlemin yerinde olmadığından bahisle maliki olduğu taşınmazın tescilini istemiştir.
29. Görüleceği üzere, Safranbolu Tapu Müdürlüğü tek taraflı ve kamu gücüne dayanan olumsuz bir idari işlemle davacının tescil talebini reddetmiştir. Ret kararlarına karşı Tapu Sicil Tüzüğünde idari itiraz yolu öngörülmüş olmasına karşın bu şekilde sonuç alamayan, idare mahkemesinde açtığı iptal davası da yargı yolu nedeniyle reddedilen davacı, adli yargı yerine gelerek bu davayı açmak zorunda kalmıştır.
30. Ne var ki davacı ihalenin kesinleşmesi ile mülkiyet hakkını iktisap etmiş olup, eldeki davada TMK’nın mülkiyet hükümlerine çözümlenmesi gereken bir ihtilaf bulunmamaktadır. Davada tescil istemi bulunmakta ise de yukarıda açıklanan süreç ve dava dilekçesindeki anlatım dikkate alındığında, davacının asıl amacı elindeki belgelerin tescil için yeterli olduğu kanaati ile idareye yaptığı müracaatın reddi nedeniyle bu olumsuz idari işlemin hukuka aykırı olduğu iddiası ile iptalini sağlamaktır. Davanın Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüne yöneltilerek açılması da bu amacın en açık göstergesidir.
31. Davanın temelinde, idarenin 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile kamu yararına getirilen yasal kısıtlamayı resen dikkate alarak ve kamu gücüne dayanarak tesis ettiği idari işlem yer almaktadır.
32. Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından, davada taşınmaz mülkiyetinin iktisap yollarına ilişkin bir ihtilafın bulunmadığı, idarenin kamu hizmetinin yürütümü sırasında tesis ettiği işlemin hukuka aykırılığının ileri sürüldüğü, böyle olunca ilgili kararın yerindeliğinin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-a maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu değerlendirmeyi yapma görevinin de idari yargı yerlerine ait olduğu sonucuna varılmıştır.
33. Nitekim, adli ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını çözümlemekle görevli olan Uyuşmazlık Mahkemesi de; benzer şekilde açılan davaların idari yargı yerinde görülmesi gerektiğine karar vermiştir (06.04.2015 tarihli ve 2015/217 E., 2015/232 K.; 25.12.2017 tarihli ve 2017/604 E., 2017/774 K. sayılı kararları).
34. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, somut olayda cebri icra ihalesi ile mülkiyet kazanıldığı hâlde buna uygun tescil işlemi yapılmadığı için tapu sicilinin doğruyu yansıtmadığı iddiası ile sicildeki mülkiyetin düzeltilmesi için dava açıldığı, böyle olunca taşınmazın davacı adına tescil edilip edilemeyeceğini inceleme görevinin Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre adli yargının görevinde olduğu, bu nedenle mahkemece yargı yoluna ilişkin olarak verilen direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
35. O hâlde, yerel mahkemenin yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı usul ve yasa hükümlerine uygundur.
36. Usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-3 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.03.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

İdari yargının görev alanı genel olarak 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu 2. maddede düzenlenmiştir. Bu hükümde idari dava türleri arasında sayılan; idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları (İYUK 1/1-a), idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları (İYUK 1/1-b) ile tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar (İYUK 1/1-c) idari yargıda görülür.
İdari işlemler, idarenin, idare hukuku alanındaki faaliyetiyle ilgili olmak üzere, kamu gücü yetkisi ile hareket ederek, tek yanlı irade açıklamasıyla aldığı, doğrudan hukuki sonuç doğuran karar veya tedbirleridir. İdari eylemler ise idarenin kamu gücü yetkisi ve yükümlülüğüyle ilgili olan ancak bir idari işleme veya sözleşmeye dayanmayan her türlü fiziki faaliyeti veya hareketsiz kalmasıdır. Her ikisi de idare işlevinin yerine getirilmesiyle ilgili olup idare hukuku alanında sonuç doğurur. İdarenin özel hukuk alanında da sözleşmeler yapması mümkün olup bu sözleşmeler kamu gücü ayrıcalığından yararlanılarak yapılmış olmadığından hüküm ve sonuçlarını özel hukuk alanında doğururlar.
Mülkiyetin kazanılması ve tescille ilgili olarak Türk Medeni Kanununda ve Tapu Sicil Tüzüğünde ayrıntılı hükümler bulunmakta olup şu hükümlere bakmak gerekir:
Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur (TMK 705/1).
Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır (TMK 705/2).
Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukukî sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması hâlinde hâkimden, mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir (TMK 716/1).
Bir taşınmazın mülkiyetini işgal, miras, kamulaştırma, cebrî icra veya mahkeme kararına dayanarak kazanan kişi tescili doğrudan doğruya yaptırabilir (TMK 716/2).
Tescil, tasarrufa konu olan taşınmaz malikinin yazılı beyanı üzerine yapılır (TMK 1013/1).
Edinen kimse, kanun hükmüne, kesinleşmiş mahkeme kararına veya buna eşdeğer bir belgeye dayanıyorsa, bu beyana gerek yoktur (TMK 1013/2).
Bir aynî hakkı tescilden önce kazanan kimse, gerekli belgeleri ibraz ederek tescili isteyebilir (TMK 1013/3).
İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir (TMK 1027/1).
Düzeltme, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir (TMK 1027/2).
Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelik uyarınca resen düzeltir (TMK 1027/3). Burada sözü edilen Yönetmelik çıkarılmış olmadığından bu konuda hâlen yürürlükte olan Tapu Sicil Tüzüğü uygulanacaktır.
Bu tüzüğün 74. maddesinde; ana veya yardımcı siciller üzerindeki düzeltmelerin nasıl yapılacağı düzenlenmiş olup bu hükme göre;
Kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı basit yazım hatası yapıldığının tespit edilmesi hâlinde, müdür tarafından nedeni düzeltmeler sicilinde açıklanarak, resen düzeltme yapılır (md. 74/1).
İstem belgesinde yapılan yanlışlık veya eksiklik düzeltilerek belgenin uygun bir yerine yazılmak suretiyle taraflar ve tapu görevlilerince imzalanır ve sicilde buna uygun düzeltme yapılır (md. 74/2).
Ana veya yardımcı siciller üzerinde yapılmış hata veya eksikliklerin, ilgililerce sunulan veya başka idarelerce düzenlenen belgelerden kaynaklanması hâlinde, ilgililerin gerçek durumu kanıtlayıcı belgelere dayalı başvuruları üzerine, istem yevmiye defterine kaydedilerek gerekli düzeltme yapılır (md. 74/3).
Kütük, yevmiye defteri ve yardımcı sicillerde, belgelere aykırı tescil veya esaslı yazım hatasının düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması gerekir. İlgililerden birisinin yazılı oluru olmazsa, bu durum beyanlar sütununda belirtilerek, 26/9/2011 tarih ve 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre işlem yapılır (md. 74/4).
Yapılacak düzeltmeler hatalı yazımdan sonra hak sahibi olmuş kişilerin hakkını etkileyici nitelikte ise, bu hak sahiplerinin de yazılı olurları aranır (md. 74/5).
Müdürlük, ilgililerin bilgisi dışında yaptığı işlemleri tebliğ etmekle yükümlüdür (md. 74/6).
Bu hükümlerin sonucu olarak bir tescilin yapılması veya yanlış olan tescilin düzeltilmesi için bir mahkeme kararı gerekiyorsa bu konudaki uyuşmazlık adli yargıya tabi mahkemeler tarafından incelenecektir.
Bazen Kanunlarda idari işleme dayalı olarak tescilin yapılabileceğine dair hükümler de yer almaktadır. Bu durumda tescilin dayanağı mahkeme kararı gerektirmeyen ve Türk Medeni Kanununa dayanmayan bir idari işlem olacağından bu gibi hâllerde tescile esas idari işlemin iptali için açılan davalar için ise adli yargı değil idari yargı görevli olacaktır.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; cebri icra ihalesiyle mülkiyet kazanıldığı hâlde buna uygun tescil yapılmadığı için tapu sicilinin doğruyu yansıtmadığı ileri sürülerek, tapu sicilindeki mülkiyetin düzeltilmesi amaçlanarak tescil talepli dava açıldığından taşınmazın davacı adına tescil edilip edilmeyeceğiyle ilgili bir uyuşmazlık vardır. Böyle bir uyuşmazlıkta idari yargının görev alanına giren idari işlemin iptalini amaçlayan bir dava bulunmadığı açıktır. Taşınmazın davacı adına tescil edilip edilmeyeceğine yönelik uyuşmazlığın, Medeni Kanun hükümlerine göre çözümlenmesinde adli yargı yerleri görevli bulunmaktadır.
Belirtilen nedenlerle adli yargı kolu görevli olduğu için direnme kararının bozulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, idari yargının görevli olduğu kabul edilerek kararın onanması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.


Hukuk Genel Kurulu         2017/449 E.  ,  2021/161 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Banaz Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin dava dışı …’den 06.03.1975 tarihinde haricen 15.000TL’ye satın aldığı 791 parsel sayılı taşınmazın kadastro çalışmaları sonucunda dava dışı … adına tespit gördüğünü, …’in taşınmazı davalıların babası …’a sattığını, davacının … aleyhine açtığı tapu iptali ve tescil davasının mahkemece kabul edilerek müvekkili adına tesciline karar verilmesine rağmen, mahkeme kararının tapuya bildirilmemesi nedeniyle davalıların murisi …’un taşınmazı …’a, ardından …’un …’a, daha sonra…’ya ve…’ya satıldığını ileri sürerek, taşınmazın değeri karşılığında şimdilik 10.000TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiş, ıslah ile 131.216.85TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar Cevap:
5. Davalı … cevap dilekçesinde; davanın zamanaşımına uğradığını, davacının dava konusu taşınmazda zilyetliğinin bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı … aşamalardaki beyanlarında davanın reddini talep etmiştir.
Davalılar vekili, son celse yargılamaya dâhil olmuş ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Banaz Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.12.2014 tarihli ve 2014/186 E., 2014/500 K. sayılı kararı ile; davanın kabulü ile 131.216,85TL’nin (sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan alacağın), dava tarihi olan 29.01.2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesince 20.10.2015 tarihli ve 2015/4713 E., 2015/16234 K. sayılı kararı ile;
Davalılar vekilinin sair temyiz itirazları yerinde görülmeyerek,“…Ancak, davacının uğradığı zararın tazminini davalıdan isteyebilmesi için ifanın imkânsız hale geldiği tarih itibariyle rayiç değerin hesaplanması gerekmektedir.
Davacının, tapu iptal – tescil kararının kesinleştiğini öğrendiği 22.06.2012 tarihi itibariyle zararın tazminini isteme hakkı doğduğu anlaşıldığına göre, bu tarihten sonra 20.01.2014 dava tarihi itibariyle belirlenen değere karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu durumda, ifanın imkânsız hale geldiği 22.06.2012 tarihi itibariyle dava konusu taşınmazın rayiç değerinin hesaplanarak tespit edilmesi gerekmektedir.
Mahkemece; davacıdan 22.06.2012 tarihinde veya bu tarihe yakın tarihlerde dava konusu taşınmaza emsal nitelikteki taşınmazların satış değerleri ile ilgili delilleri sorularak, gerekirse bilirkişi kurulundan emsal satış sözleşmelerinin temini istenmek suretiyle davacının uğradığı zararın belirlenmesi amacıyla alınacak rapor sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir,…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Banaz Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.03.2016 tarihli ve 2016/34 E., 2016/89 K. sayılı karar ile; önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı tarafın zararının belirlenmesi açısından dava konusu taşınmazın rayiç değerinin 29.01.2014 olan dava tarihine göre mi; yoksa ifanın imkânsız hâle geldiği 22.06.2012 tarihine göre mi tespit edilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; davalılar vekilince bozma kararından sonraki duruşmaya meslekî mazeret bildirilip belge sunulmasına rağmen, mahkemece bu mazeret hakkında belge sunulmadığından bahisle reddine karar verilip, aynı celse direnme hükmü kurulması nedeniyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 429/2. maddesine göre davalı tarafın bozma kararına karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilmesinin usul hükümlerine uygun olup olmadığı ve kararın belirtilen bu usulî nedenle bozulmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

IV. GEREKÇE
13. Öncelikle “hukuki dinlenilme hakkı” kavramı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Usulüne uygun olarak taraf teşkil edilmeden bir davada karar verilemeyeceğine ilişkin kural, hukuki dinlenilme hakkının bir unsuru olarak düzenlenmiştir. İddia ve savunma hakkı olarak da ifade edilir. Hukuki dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkının medeni usul hukukundaki görünümüdür. Usulü nitelikte bir genel haktır. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesindeki adil yargılanma hakkının bir unsurudur (Pekcanıtez, H.: “Hukuki Dinlenilme Hakkı”, Prof. Dr. Seyfullah Edis’e Armağan, İzmir 2000, p. 753-791, s. 753-754.) Silahların eşitliği ilkesi ile de ilişkilidir.
14. Bilindiği üzere, çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. Buna göre hâkim iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hâkim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.
15. Taraflar duruşmaya çağrılmadan, diğer bir deyişle; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
16. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 36. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, mahkemece taraflar dinlenmek üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Aksi hâlde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Kuru, B: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd).
17. HMK’nın “Hukuki Dinlenilme Hakkı” başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.
Buna göre mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukuki dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukuki dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasa’nın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde de hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
18. HMK’nın 27. maddesi hükmüne göre:
“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”.
19. Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Her yargılama süresi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
20. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
21. Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum “silahların eşitliği ilkesi” olarak da ifade edilmektedir.
22. Üçüncü unsur ise, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de kararların gerekçesinde yapılması gerekir.
23. Mahkemenin bozma ilamına uyma ya da direnme konusunu karara bağlamadan önce de bozma ilamını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlayıp dinlemesi 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile HMK’ya eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan HUMK 429. maddesinin amir hükmü gereği zorunludur.
24. Nitekim, bozma kararı sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen HUMK’nın 429. maddesinin ikinci fıkrasında “…Mahkeme, temyiz edenden 434’üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir” hükmü öngörülmüştür.
25. Bu açık hüküm karşısında yerel mahkemece Özel Dairece verilen bozma kararından sonra duruşma açılmış, ancak davalılar vekilince mazerete belge eklenmesine ve tebligat gideri için de masraf yatırılmış olmasına rağmen “Davalı vekilinin mazeretinin, mazeretine belge eklememesi nedeniyle reddine karar verildi” şeklinde duruşma tutanağında ara karar oluşturulması ve direnme kararı verilmesi maddi bir hataya dayalı olsa da, açıkça usul ve yasaya aykırı olup davalı tarafın savunma hakkını ihlâl eder niteliktedir. Bu durumda yasal düzenlemelere uygun şekilde oluşturulmuş bir direnme kararının varlığından söz edilemez.
26. Mahkemece yapılacak iş; davalılar vekilinin usulüne uygun bir şekilde yeniden duruşmaya davet edilip, bozmaya karşı varsa diyecekleri sorulduktan sonra karar vermekten ibarettir.
27. Diğer taraftan gerekçeli karar başlığında, dava tarihi 29.01.2014 olduğu hâlde 27.01.2016 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
28. Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan nedenlerle ve salt bu usulî eksikliğe dayalı olarak direnme kararının bozulmasına, bozma nedenine göre davalılar vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, direnme kararının 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Bozma neden ve şekline göre davalılar vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.02.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu         2019/694 E.  ,  2021/157 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İvrindi Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda dava konusu 118 ada 216 parsel sayılı taşınmaz yönünden onanmış, 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaz yönünden bozulmuş olup, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; Balıkesir ili, İvrindi ilçesi, Evciler Köyünde kain çekişmeli 118 ada 216 ve 105 ada 22 parsel sayılı taşınmazların davalı adına yapılan kadastro tespitlerinin hatalı olduğunu, 118 ada 216 parsel sayılı taşınmazın müvekkiline ait 118 ada 181 parsel sayılı, 105 ada 22 parsel sayılı taşınmazın da müvekkiline ait 105 ada 20 parsel sayılı taşınmaz ile bir bütün olduğunu, çekişmeli taşınmazların müvekkiline murislerinden intikal ettiğini ve 100 yılı aşkın süredir önce murisleri sonrasında müvekkilinin zilyetliğinde bulunduğunu ileri sürerek 118 ada 216 ve 105 ada 22 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Hazine vekili cevap dilekçesinde; kadastro çalışmaları sırasında yapılan tespitlerde vergi kaydındaki miktarların esas alındığını, yapılan tespitin yasaya uygun olduğunu, kaldı ki davacının zilyetliğinin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nda belirtilen şartları taşımadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. İvrindi Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.05.2014 tarihli ve 2013/175 E., 2014/75 K. sayılı kararı ile; herhangi bir sınır ihtiva etmeyen ve mükellefinin tek yanlı mücerred beyanı ile bildirdiği emlak beyannamesinin, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 21. maddesi anlamında miktar fazlasına dayanak gösterilebilecek bir belge olmadığı, miktar fazlasının ifrazına dayanak gösterilmesinin anılan maddeye aykırı olduğu, ayrıca emlak beyannamesinin miktar fazlasına dayanak olarak kabul edilmesi halinde ayrıca hiç emlak beyannamesi vermeyen bireyler yararına eşitsizlik oluşacağı, çekişmeli taşınmazlarda davacının 20 yılı aşkın süredir nizasız, fasılasız, ekonomik amaca uygun ve malik sıfatıyla zilyetliğinin bulunduğu, zilyetlikle mülk edinme şartlarının davacı lehine gerçekleştiği, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmediği, davacı yönünden Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde belirtilen kuru toprakta 100 dönüm sınırının aşılmadığı gerekçeleriyle davanın kabulüne, 118 ada 216 parsel ve 105 ada 22 parsel nolu taşınmazların tarla vasfı ile davalı Hazine adına olan tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tapu siciline kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 08.10.2015 tarihli ve 2014/18525 E., 2015/11536 K. sayılı kararı ile;
“…1- Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, çekişmeli 118 ada 216 parsel sayılı taşınmaza yönelik bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına;
2- Mahkemece; çekişmeli 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaz üzerinde davacı yararına edinme koşullarının oluştuğu kabul edilerek karar verilmiş ise de, mahkemenin kabul ve değerlendirmesinde isabet bulunmamaktadır. Çekişmeli 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaz aynı ada 20 parsel sayılı taşınmaza uygulanan emlak kaydının miktar fazlası olması nedeniyle Hazine adına tespit edilmiştir. Aynı ada 20 parsel sayılı taşınmaza uygulanan emlak kaydı 1981 yılında oluşturulmuş, çekişmeli taşınmazın kadastro tespiti ise 10.8.1998 günü yapılmıştır. Emlak kaydının oluşum tarihi ile kadastro tespit günü arasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde öngörülen 20 yıllık zilyetlikle edinme süresi geçmemiştir. Emlak kayıtları, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/son maddesi (A) bendi uyarınca zilyetlik belgesi kabul edilerek ilgilisi lehine sonuç doğurabileceği gibi, koşulların oluşmaması halinde aleyhine de sonuç doğurabilir. Hal böyle olunca; emlak kaydının oluşum tarihi ile kadastro tespit günü arasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde öngörülen zilyetlikle edinmeye yeter zilyetlik süresi geçmediğinden davanın reddine karar vermek gerekirken, yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İvrindi Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.02.2016 tarihli ve 2016/2 E., 2016/23 K. sayılı kararı ile; değer verilmemesi için herhangi bir neden bulunmayan mahalli bilirkişi ve davacı tanıklarının beyanları ile, 105 ada 22 parsel sayılı taşınmazın 105 ada 20 parselle bir bütün olarak Mehmet Kayış’a ait olduğu, Mehmet Kayış’tan kalan taşınmazların mirasçılar arasında paylaşıldığı ve dava konusu taşınmaz olan 105 ada 22 parselin 105 ada 20 parselle bir bütün olarak …’a kaldığı, diğer kardeşlerine de başka taşınmazlar kaldığı, …’ın da yaklaşık 40 – 50 senedir dava konusu taşınmazları ya yulaf ekerek ya da içerisinde hayvanlarını otlatarak kullandığı, davacının zilyetlik yoluyla 20 yılı aşkın bir süredir nizasız, fasılasız, ekonomik amaca uygun ve malik sıfatıyla zilyetliğinin bulunduğu, herhangi bir sınırı ihtiva etmeyen ve mükellefinin tek yanlı mücerred beyanı ile bildirilen emlak beyannamesinin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/son maddesi (A) bendi uyarınca zilyetlik belgesi olarak gösterilebilecek bir belge olmadığı, adı üzerinde olduğu gibi beyanname olduğu, belge dahi olmadığı, sadece tanık beyanları ile 20 yılı aşkın bir süredir nizasız, fasılasız, ekonomik amaca uygun ve malik sıfatıyla zilyetliğin kanıtlanması ile davanın kabulüne karar verilen ve Yargıtayca onanarak kesinleşen tapu iptal ve tescil davaları karşısında bu durumun hakkaniyete aykırı sonuçlar doğuracağı, tanık beyanları ile emlak beyanından önce de davacının dava konusu 105 ada 22 parsel üzerinde zilyetliğinin bulunduğunun ispatlandığı gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kadastro çalışmaları sırasında çekişmeli taşınmaza uygulanan 1981 tarihli emlak beyanının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/son maddesinin (A) bendi uyarınca zilyetlik belgesi olarak kabul edilip edilmeyeceği, buradan varılacak sonuca göre çekişmeli taşınmazda davacının anılan Kanun’da öngörülen zilyetlikle mülkiyet edinmeye yeter zilyetlik süresinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti” başlıklı 14. maddesinde;
“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.
(Değişik ikinci fıkra: 3/7/2005 – 5403/26 md.) Sulu veya kuru arazi ayrımı, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümlerine göre yapılır.
(Değişik : 3/7/2005 – 5403/26 md.) 4342 sayılı Mera Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereği 3402 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacak işlemlerde Kadastro Komisyonlarına konu uzmanı Ziraat Mühendisi dâhil edilir.
Taşınmaz malın, yukarıdaki fıkranın kapsamı dışında kalan kısmının zilyedi adına tespit edilebilmesi için, birinci fıkra gereğince delillendirilen zilyetliğin ayrıca aşağıdaki belgelerden birine dayandırılması lazımdır.
A) 31/12/1981 tarihine veya daha önceki tarihlere ait vergi kayıtları,
B) Tasdikli irade suretleri ile fermanlar,
C) Muteber mütevelli, sipahi, mültezim temessük veya senetleri,
D) Kayıtları bulunmayan tapu veya mülga hazinei hassa senetleri veya muvakkat tasarruf ilmuhaberleri,
E) Tasdiksiz tapu yoklama kayıtları,
F) Mülkname, muhasebatı atika kalemi kayıtları,
G) Mubayaa, istihkam ve ihbar hüccetleri,
H) Evkaf idarelerinden tapuya devredilmemiş tasarruf kayıtları” düzenlemesine yer verilmiş olup, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun “Olağanüstü zamanaşımı” başlıklı 713/1. maddesinde de “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” hükmü bulunmaktadır.
13. Açıklanan kanun hükümlerine göre, olağanüstü zamanaşımı yolu ile taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasına ilişkin temel koşulların TMK’ nın 713. ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddelerinde hüküm altına alındığı görülmektedir. Buna göre; tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazı aralıksız ve nizasız 20 yıllık süreyle malik sıfatı ile elinde bulunduran ve zilyedi olan kişi, taşınmazın kendi mülkü olmak üzere adına tescilini talep edebilir.
14. Uygulama ve teorideki açıklamalardan esinlenerek TMK’nın 713. ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddelerinde hüküm altına koşulları; taşınmaza ilişkin koşullar ve zilyetliğe ilişkin koşullar olarak ikiye ayırmak mümkündür. Tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların zamanaşımına dayanılarak kazanılabilmesi için taşınmazın özel mülkiyet kurmaya elverişli olması, zamanaşımı ile kazanılmasını yasaklayan bir kanun hükmünün bulunmaması ve taşınmazın kanunlar uyarınca Devlete kalan taşınmazlardan olmaması gerekir. Taşınmaz üzerinde sürdürülmesi gerekli olan zilyetliğin ise, malik sıfatı ile, aralıksız ve nizasız, 20 yıllık süreyle olması gereklidir.
15. Olağanüstü zamanaşımı yoluyla taşınmaz mal mülkiyetini kazanma koşullarının yanı sıra, bu nedene dayalı olarak açılacak davalarda kazanmayı sağlayan zilyetliğin kanıtlanması hususuna da değinmekte yarar bulunmaktadır. Bu davalarda kazanmayı sağlayan zilyetliğin davacı tarafından kanıtlanması gerekir. Maddi olaylardan olan zilyetlik her türlü delil ile kanıtlanabilir. Her somut olayın özelliğine göre yerel bilirkişi, tanık beyanları, teknik bilirkişi raporları gibi deliller zilyetliğin kanıtlanmasında kullanılabilir. Nitekim 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/1. maddesinde, tapuda kayıtlı olmayan ve ayrıca çalışma alanı içinde bulunan yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüm kadar olan yerlerde çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla geçen 20 yıllık zilyetliğin belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla kanıtlanabilineceği hüküm altına alınmıştır. Maddede bilirkişi ve tanık beyanları yanında belgelere de yer verilmiştir.
16. Anılan Kanun’un 14/son fıkrasında, taşınmaz malın 100 dönümden fazla olan bölümünün zilyedi adına tespit edilmesi için, birinci fıkra gereğince değerlendirilen zilyetliğin ayrıca 14/son (A) bendinde sözü edilen 31.12.1981 tarihine veya daha önceki tarihlere ait vergi kayıtları ile diğer bentlerde (A-H) sayılan belgelerden birine dayandırılması öngörülmüştür.
17. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesindeki yazılı belgeler, mülkiyet belgesi olmayıp, ispat hukuku bakımından delil niteliği bulunan tasarruf belgeleridir. Kazanmayı sağlayan zilyetlik bakımından tek başına bir değer taşımazlar. Kazanma bakımından dayanılan vergi kaydının nazara alınması için vergi kaydı mükellefi ile zilyet arasında bağlantının kurulması gerekir. Zilyetlikle birleşmeyen vergi kaydına değer verilemez (Sapanoğlu, S: Zilyetlikten Kaynaklanan Tescil Davaları, Ankara 2013, s. 373-374, Özmen, İ. /Çorbalı, H.: 3402 Sayılı Kadastro Kanunu Şerhi, Ankara 1995, s. 434, 435).
18. Hemen burada, somut olayda ispat için öngörülen 31.12.1981 tarihinden önceki emlak beyannamesine ilişkin açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır. Osmanlı Devleti döneminde, emlak vergisi adı altında, bina ve arazi vergileri tahsil edilmiş olmakla birlikte modern anlamıyla “Emlak Vergisi”, Tanzimat’ta başlayan mali ıslahat hareketinin bir parçası olarak vergi sistemine girmiştir. 1931 yılında, araziler de binalar gibi ayrı ve bağımsız bir vergi olarak düzenlenerek 1833 sayılı Arazi Vergisi Kanunu yürürlüğe konulmuş, böylece yeni bir bina ve arazi vergisi sistemine geçilmiştir. 1936 yılında çıkarılan 2871 sayılı Kanun ile hem bina hem de arazi vergilerinin İl Özel İdareleri tarafından tahsil edilmesi esası benimsenmiş ve tahsil edilen vergilerden, belediyelere, kendi sınırları içindeki bina vergilerinden pay verilmesi hükmü getirilmiştir. 1936 yılında bina ve arazi vergileri merkezi devlet gelirleri arasından çıkarılmış ve mahalli idarelere devredilmiş, 1960’lı yıllarda emlak vergisinin yerel ölçekte önemli bir gelir kaynağı olduğu yaklaşımından hareketle iyileştirme çalışmaları yapılmış; verimin artırılması, verginin yerelleştirilmesi, genel tahrir yapılması, verginin tarh, tahakkuk ve tahsil yetkisinin Maliye eliyle tek elden yapılması hususlarında düzenlemeye gidilmiştir. Bunun sonucunda bina ve arazi vergisi kanunları kaldırılarak bunların yerine 29.07.1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu çıkarılmış daha sonraki yıllarda bu kanun üzerinde müteaddit değişiklikler yapılmıştır.
19. Osmanlı Devleti döneminden bu yana uygulanmakta olan emlak vergisinde Cumhuriyet döneminde 1972 yılına kadar “tahrir sistemi” uygulanmış, bu tarihten itibaren ise “beyan sistemi” ne geçilmiştir. Beyan sisteminde mülk sahibi olan herkes vergiye tabi gayrimenkulü için beyanname vererek gayrimenkulünün değerini kendi iradesi ile beyan edip, vergisini bu beyan üzerinden ödemektedir (Açıklamalı ve İçtihatlı Belediyelerde Emlak Vergisi Uygulamaları, Türkiye Belediyeler Birliği, Eylül 2019, s. 16-17).
20. 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun 13. maddesinde, arazi vergisini arazinin maliki, varsa intifa hakkı sahibi, ikisi de yoksa malik gibi tasarruf edenlerin ödeyeceği hükmünü getirilmiş, zilyet bulunuyor ise vergi mükellefi olduğu kabul edilmiştir. Aynı Kanun’un 1610 sayılı Kanun’la değişik 24. maddesinin (b) bendinde araziye ait beyannamede, arazinin yeri (mevki) cinsi, büyüklüğü (dönüm, m2), getirilebileceği yıllık gayrisafi hasılat tutarı ve rayiç bedeli (vergi değeri) nin gösterileceği ifade edilmiştir. Madde metninden de anlaşılacağı gibi emlak beyanlarında taşınmazın sınırlarının yazılması konusunda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Tapu kayıtları ve özellikle eski yazım tarihli (1936 ilâ…) vergi kayıtlarında yüzölçümü mevkii ve sınırları yazılı bulunmakta ise de, emlak beyanında taşınmazın sınırları mevcut olmayıp sadece, mevkii ve yüzölçümünün yazımı ile yetinilmektedir. Bu durum, emlak beyannamesinin dava konusu yer dışında başka taşınmazlarda uygulanabilir olasılığını ortaya koymaktadır.
21. Diğer taraftan; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Kayıt ve belgelerin kapsamını tayin” başlıklı 20. maddesinde, tapu kayıtları ile diğer belgelerin kapsadığı yerin tayininde; kayıt ve belgeler; harita, plan ve krokiye dayanmakta ve bunların yerlerine uygulanması mümkün bulunmakta ise, harita, plan ve krokideki sınırlara, harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise kayıt ve belgelerde gösterilen sınırların esas alınarak tespit yapılacağı, ( c) fıkrasında da harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar, değişebilir ve genişletilmeye elverişli nitelikte ise, bunlarda gösterilen miktara, ancak değişebilir ve genişletmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fiziki yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırların esas alınarak tespit yapılacağı öngörülmüştür. Hükmün içeriğinden, bir kaydın uygulanabilir olması için en az üç sınırının bilinmesi, diğer bir anlatımla sınırların geometrik bir şeklide oluşturulması ve bu sınırların arazide saptanması ile mümkün olmaktadır. Emlak beyannamelerinde ise, taşınmazın yüzölçümünün resmi makamlardan alınacak sağlıklı belgelere dayandırılması aranmamış, dahası 1319 sayılı Emlak Vergi Kanunu’nda bu yönde bir yükümlülük de önerilmemiştir. Bu durumda, aynı mevkii de üç ayrı taşınmazı bulunan bir kişinin, tek taşınmazı için yerel idareye verdiği emlak bildiriminin, o kişinin hangi taşınmazına ait olduğunu saptamaktaki güçlükler gözardı edilemeyeceği gibi, dört tarafı kişi taşınmazı ile çevrili sabit hudutlu bir taşınmazda vergi beyannamesinin hangi bölümünü kapsadığının, taşınmazın verim durumu da gözönüne alınarak belirlenmesi de imkan dahilinde bulunmamaktadır. O hâlde, taşınmaza doğrudan uygulaması yönünden, kuşku ve tereddütler gösteren emlak beyanını mülkiyet hakkını sınırlayıcı sonuçlar doğuracak şekilde zilyetlik açısından kesin delil olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Doktrinde ve yargı kararlarında da bu tür kayıtların en zayıf bir ispat vasıtası olduğu kabul edilmektedir.
22. 1319 sayılı Emlak Vergi Kanunu’nda, beyanname vermeyi öngören zorlayıcı, cezayı müstelzim bir hüküm de getirilmemiştir. Kişi; emlak bildiriminde bulunmamış olsa dahi, mülk edinme koşullarının varlığını yerel bilirkişi ve tanık beyanları ile kanıtladığında taşınmaz adına tescil edilmesi gerekir. Özel Dairenin bozma kararında açıklandığı şekilde emlak beyannamelerinin lehe veya aleyhe sonuç doğuracak şekilde mutlak bağlayıcı bir delil kabul edilmesi halinde, taşınmazı gerçek yüzölçümünden çok fazla gösteren ve ileride buna dayanıp fazlasıyla hak iddiasında bulunmayı amaçlayan kötüniyetli maliklere olanak tanınmış olacağı gibi vergi kanunlarındaki cezaları göze alarak hiç bildirimde bulunmamış olan taşınmaz malikleri zilyetlik koşullarının oluştuğu alan için taşınmazını iktisap ederken, buna karşı kanuna saygılı olarak bildirimde bulunan kişinin, taşınmazın gerçek alanı yerine vergi beyannamesindeki taşınmazın yüzölçüm miktarını isteyebilecektir. Burada da kanuna saygılı kişinin cezalandırılması, kanunu hiçe sayanın da ödüllendirilmesi sonucunu veren ve eşitlik ilkesine ters düsen bir durumun ortaya çıktığı açıkça görülmektedir.
23. Nitekim Anayasa Mahkemesi de, 12.10.1976 tarihli ve 1976/38 E., 1976/46 K. sayılı kararı ile; kamulaştırma bedelinin taşınmazın vergi değeri esas alınarak belirleneceğini öngören Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinin 20.09.1971 tarihli ve 1488 sayılı Kanun ile değişik 2 ve 3. fıkralarının, vergi değerinin taşınmazın gerçek değerini yansıtmaması nedeniyle, mülkiyet hakkının özünü zedelediği, eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğu ve böylece Cumhuriyet’in temel ilkelerinden biri olan demokratik hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil ettiği, bu haliyle Anayasa’nın 2. maddesine aykırı oldukları gerekçesiyle iptal etmiştir.

24. Açıklanan bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 30.04.1997 tarihli ve 1997/7-5 E., 1997/438 K. sayılı ve 10.07.2002 tarihli ve 2002/7-578 E., 2002/605 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
25. Somut olayın incelenmesine gelince; çekişmeli 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaza ilişkin 10.08.1998 tarihinde yapılan kadastro çalışmalarında, 10.000 m2 yüzölçümünde, Ali Osman oğlu Ali Kayış’ın ceddinden intikalen ve taksimen 20 seneyi aşkın bir zamandan beri nizasız ve fasılasız, malik sıfatıyla zilyet ve tasarrufunda iken 1969 yılında ölümü ile mirasçılarına kaldığı, mirasçılarının 1980 yılında yaptıkları taksim neticesinde bu parselin …’ın (davacı) zilyet ve tasarrufunda bulunduğu, çekişmeli parsele uygulanan mükellefi … adına kayıtlı bulunan 1981 yılı emlak vergisi beyanının mevkii ve muhteviyatı itibari ile bu parsele ait ve uygun olduğu, parselin zemin miktarının 1981 yılı emlak vergisi kayıt miktarından fazla geldiği, 02.07.1996 tarihli ve 1996/4 sayılı genelge uyarınca kayıt ve belgelerde yazılı bulunan miktara itibar edilmesi gerektiği belirtilerek miktar fazlalığı olarak kuzey cihetten ifrazen tarla vasfında Hazine adına tespit yapıldığı ve taşınmazın Hazine adına tescil edildiği, tespite esas alınan mükellefin davacı olduğu 09.02.1981 tarihli vergi beyannamesinin Evciler Köyünde kıraç ve tarla vasfında 3 adet araziye [Belen mevkii (10 dönüm), Yanaz mevkii (3 dönüm), Apbataşı mevkii (10 dönüm)] ilişkin olduğu, davacı tarafından çekişmeli taşınmaz ile kadastro çalışmaları sonucunda adına tescili yapılan 105 ada 20 parsel sayılı taşınmazın bir bütün olarak 20 yılı aşkın süredir kullanıldığı, çekişmeli taşınmaz yönünden zilyetlikle kazanma koşullarının oluştuğu iddiasıyla eldeki davanın açıldığı anlaşılmıştır.
26. Yukarıda ayrıntılı olarak ifade edildiği üzere (§18-21), taşınmaza doğrudan uygulaması yönünden, kuşku ve tereddütler gösteren emlak beyanında bildirilen yüzölçümünün bağlayıcı nitelikte olmayacağı, ancak çapı, krokisi olan tapulu taşınmazlarda uygulanabileceği, zilyetliğin ispatı açısından kesin delil olmadığı gibi mülkiyet belgesi niteliğine haiz olmadığı kuşkusuzdur. Hâl böyle olunca; davacı tarafından, adına tespiti yapılan dava dışı 105 ada 20 parsel sayılı taşınmaz ile bir bütün olarak kullanıldığı hususunda uyuşmazlık bulunmayan ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde belirtilen miktar sınırlamasını aşmayan çekişmeli 105 ada 22 parsel sayılı taşınmaz yönünden, herhangi bir belgeye dayanmaksızın, kanunda öngörülen diğer koşulların da kanıtlanmış olması hâlinde taşınmazın iktisap edilebileceğinde duraksama olmamalıdır.
27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 766 sayılı Tapulama Kanunu’nun 33. maddesi ile 1950 ve öncesi, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14/A maddesi ile de 31.12.1981 ve öncesi vergi kayıtlarının zilyetlik belgeleri olarak kabul edildiği, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 47/D maddesi hükmü uyarınca düzenlenen “Taşınmaz Malların Sınırlandırma, Tespit ve Kontrol İşleri Hakkındaki Yönetmelik” de de açıkça 1981 yılı ve öncesi emlak beyannamelerinden zilyetlik belgesi olarak bahsedildiği, yasa hükümlerince mülkiyet belgesi olduğu kabul edilen bağ, bahçe, zeytinlikler için oluşturulan tapu kayıtlarında (Eşcâr tapuları) mevki ve ismi gösterildiği halde miktarını ve sınırlarını göstermeyen tapu kayıtlarının da mevcut olduğu, sınırları ve miktarı gösterilmeyen tapu kayıtlarının mahkemelerce uygulanarak kayıtlara kapsam belirlendiği, başka bir anlatımla davaya bakan mahkemenin taraflardan birinin dayandığı gerek mülkiyet belgesi niteliğindeki tapu kayıtlarını gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi hükmünde sayılan zilyetlik belgesi niteliğindeki belgeleri öncelikle uygulanabiliyor ise bu kayıtlara göre kapsam belirlemesi, uygulanan belgenin sınırlarının genişletilmeye elverişli olması hâlinde kayıt miktar fazlasından oluşan bölüm üzerindeki zilyetliğin ilgilinin beyan tarihinden sonra başladığının kabulü gerektiği, bu nedenle bu hususa değinen Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
28. Hâl böyle olunca, mahkemenin kadastro tespitine esas alınan emlak beyanının zilyetlik belgesi olarak kabul edilemeyeceği yönündeki direnme kararı yerindedir.

29. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre çekişmeli taşınmazın zilyetlikle kazanma koşullarının davacı yararına gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin diğer hususlar inceleme konusu yapılmadığından, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV- SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun bulunduğundan, davalı Hazine vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 16. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince kararın taraflara tebliğine ilişkin işlemlerin yerine getirilmesine, karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Özel Daireye gönderilmesine,
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.02.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu         2017/1462 E.  ,  2021/104 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkilleri ile davalı …’ın kardeş olduklarını, davalı …’ın ise davalı …’ın eşi olduğunu, tarafların babaları … ve anneleri …’ın kök murisleri olan … ve …’a ait olan taşınmazlarla ilgili bir kısım işlemler yapıldığını, bunların yapılmasındaki amacın mirasçı olan dava dışı…’ten mal kaçırmak ve miras hakkından ıskat etmek olduğunu, kök muris … ve …’ın mirasçılarının … ve kardeşi… olduğunu, … tarafından Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/180 E., 2003/295 K. sayılı dosyasında davalılar … ve … mirasçılarına karşı açılan tapu iptali ve tescil davasında mahkemenin kabul kararı verdiğini, aynı mahkemenin 2002/888 E., 2006/148 K. sayılı dosyasında davalılar … ve … mirasçılarına karşı açılan alacak davasında ise mahkemenin kısmen kabul kararı verdiğini, yine belirtilen davalılar aleyhine Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan ecrimisil alacağı davasının da kısmen kabul ile sonuçlandığını, bu kararların icra aşamasına gelindiğinde tarafların bir araya gelerek 12.12.2006 tarihli sözleşme düzenlendiğini, … ile … mirasçılarının ibralaştığını, ancak bu defa da müvekkilleri ile davalılar arasında ihtilaf oluştuğunu, sözleşmenin 5. maddesinde belirtilen 21237(eski-21258) ada 1 nolu parselde müvekkillerin hissesinin davalılardan malik … tarafından müvekkillerine hisseleri oranında verilmediğini, sözleşmede belirtilen 21264 ada 1 nolu parselde davalı …’ın gayrimenkuldeki hissesini dört kardeş adına devir ve teslim edecekken bunu yapmadığını, ancak 1012 metrekarelik bu parseli yeni malikler … ve… ile birlikte kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile müteahhide verdiklerini, inşaattan her bir malik adına ikişer daire ile davalı …’nin müteahhitten ayrıca çek olarak 20.000TL aldığını, alınan bu dairelerden…, … ve …’nin birer daireyi kendi üzerlerinde bıraktıklarını, …’ün dairenin birini miras paylaşımında en çok mağdur olan … …’a satış yoluyla devrettiğini, Halime’nin bir dairesinin de davalı … ile birlikte 80.000TL bedelle satıldığını, fakat bedelinin … tarafından alınmasına karşın…’ye hâlen iade edilmediğini, diğer malik …’nin ise bir daireyi 74.000TL bedelle başkalarına satarak bu paradan müvekkillerine pay verilmediğini, böylece davalı …’nin 20.000TL müteahhitten, 74.000TL satıştan olmak üzere toplam 94.000TL haksız kazanç sağladığını, bu parada dört kardeşin de payının olduğunu, 21264 ada 9 nolu parsel sayılı taşınmazın davalı … tarafından satılarak Dikmen’de bir daire satın aldığını, dairenin değerinin 200.000TL olduğunu, 21264 ada 8 nolu parsel sayılı taşınmazın da davalı … tarafından satılarak Balgat’ta değeri 160.000TL’yi aşan … adına bir daire satın alındığını, sözleşmenin 2/2. maddesinde öngörülen 20.000TL’yi davalı …’ın önceki müvekkilinden aldığı hâlde müvekkillere bu miktardan pay vermemiş olduğunu ileri sürerek 21264 ada 1 nolu parselde yapılan inşaattan davalı … tarafından 74.000TL’ye satılan taşınmaz bedelinin müvekkillerinin ¾ hissesi olan 55.500TL’den şimdilik 10.000TL için, 21264 ada 9 nolu parseldeki arsanın satışı karşılığı 200.000TL’lik daire satın alınması nedeni ile bu daireden müvekkillerinin ¾ hissesine isabet eden 150.000TL’den şimdilik 10.000TL için, 21264 ada 8 nolu parselin satılarak 160.000TL’ye daire alınması nedeni ile müvekkillerinin ¾ hissesi olan 120.000TL’den şimdilik 5.000TL için, sözleşmenin 2/2. maddesi uyarınca davalı … tarafından alınan 20.000TL’den davacıların hissesine düşen 15.000TL’den şimdilik 5.000TL için, 21264 ada 1 nolu parselde inşaat yapan müteahhitten alınan 20.000TL’den müvekkillerinin hissesine isabet eden 15.000TL’den şimdilik 5.000TL için olmak üzere toplam 35.000TL’nin davalılara gönderilen ihtarnamenin tebliğ tarihi olan 01.04.2010’dan itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, bu talep mahkemece kabul edilmediği taktirde sorumlulukları oranında belirtilen bedelin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; 21264 ada 1 parselde kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşme hükümlerine göre taksim yapılıp herkesin dairelerini aldığını, iki bağımsız bölümün ise taraflar arasında ortak olarak kaldığını, müvekkili … tarafından 3 nolu dairenin satılıp bedelinin davacı … …’a ödendiğini ve elinden ibra belgesi alındığını, 2 nolu dairenin davacı …’ya verildiğini, Halime’nin bu daireyi satıp, yarısını …’e ödeyeceğini, ancak ödenip ödenmediğinin bilinemediğini, sözleşmenin 2/2. maddesinde 20.000TL’nin müvekkili …’a verileceğinin kararlaştırıldığını, bu parada diğer mirasçıların bir hakkının bulunmadığını, 21264 ada 8 ve 9 parsellerin geldisinin 190 sayılı kadastro parseli olduğunu, bu parsel ile ilgili Ankara 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/888 esasına kayıtlı davada bedele ilişkin karar verildiğini, Ankara 9. İcra Müdürlüğünün 2006/6813 sayılı takip dosyası ile bedelin ödendiğini, bu şekilde bedelin ödenip tarafların ibralaştığının sözleşmede yer aldığını, sözleşmede olmayan evin bedelinin talep edilebilmesinin mümkün olmadığını, 21264 ada 1 parsel ile ilgili davalıların inşaatın müteahhidinden çek, bono ya da nakit para almadıklarını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01.02.2012 tarihli ve 2010/454 E., 2012/36 K. sayılı kararı ile; tarafların delilleri toplanarak mahallinde keşif yapılmasına karar verildiği, 14.07.2011 tarihli celsede keşif ile ilgili karar verilerek yatırılacak ücretlerin belirlendiği, seçilen bilirkişiler keşif gün ve saatinde mahkemede hazır olmalarına karşın davacı tarafın keşif ücretini yatırmadığı, bu nedenle keşfe gidilemediğine ilişkin tutanak tanzim edildiği; davalı vekilinin de davacının kesin sürede bu işlemi yapmadığından, yeniden keşif yapılması için masraf yatırması konusunda süre verilmesine muvafakat etmediği, bunun dışında davacıya yemin teklif etme hakkı hatırlatıldığı hâlde, bu hakkın davacı tarafça kullanılmadığı ve ara kararından rücu isteminin de ret edildiği, davacı tarafça mahkemeden resen bilirkişi raporu alınmasının talep edildiği, eldeki davanın mahkemece resen araştırma gerektiren dava türlerinden olmadığı gerekçesiyle ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Özel Dairece karar onanmış, davacılar vekilinin süresi içerisinde karar düzeltme isteminde bulunması üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27.05.2014 tarihli ve 2014/1089 E., 2014/8683 K. sayılı kararı ile karar düzeltme istemi kabul edilip, onama kararı kaldırılarak;
“…Dava, kat karşılığı inşaat sözleşmesinden, muris muvazaasından ve taraflar arasındaki sözleşmeden doğan zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar, Dairemizin 07/11/2013 gün ve 2013/11812 Esas – 2013/17214 Karar sayılı ilamıyla onanmış, davacılar tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir.
Davacılar, 12/12/2006 tarihinde düzenlenen sözleşme hükümlerini davalıların yerine getirmediklerini belirterek alacaklarının tahsilini istemişlerdir. Mahkemece, keşif ücretinin verilen kesin süreye rağmen yatırılmaması ve yemin teklifinin yerine getirilmemesi nedeniyle reddine karar verilmesi doğru değildir. Öncelikle mahkemece yapılması gereken iş, sözleşmede geçen taşınmazların tapu kayıtlarıyla akit tablolarının getirtilip sözleşme hükümleri ile birlikte değerlendirilerek, davacıların davalılardan bu sözleşme gereğince talep etmeyi hak ettikleri bir alacaklarının bulunup bulunmadığı belirlenmeli, sözleşme hükümlerinin uygulanmadığının belirlenmesi hâlinde ihtiyaç duyulursa alacak miktarının hesaplanması için keşif yapılması gerekmektedir. Bu uygulamaya gidilmeyerek, sözleşme hükümleri hiç değerlendirilmeden keşif avansı yatırılmadığı ve yemin teklifi yapılamadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir,…” gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuş, davacılar vekilinin diğer karar düzeltme itirazları ise reddedilmiştir.
Direnme Kararı:
9. Ankara 11. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.01.2015 tarihli ve 2014/555 E., 2015/15 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeler yanında, Yargıtay’ın bozma ilamında tapu kayıtlarının ve akit tablolarının getirtilmesi gerektiği belirtilmiş ise de, dosyada tapu kayıtlarının ve akit tablolarının mevcut olduğu; davacı tarafın da tanık deliline dayandığını isim ve adreslerinin yazılı olduğu 20.12.2010 havale tarihli dilekçede belirtmiş olmasına rağmen, dilekçe altında ya da ekinde herhangi bir isim bildirmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; sözleşmede belirtilen taşınmazların tapu kayıtlarıyla akit tablolarının getirtilip sözleşme hükümleri ile birlikte değerlendirilmesinin gerekip gerekmediği, buradan hareketle mahkemece sözleşme hükümleri hiç değerlendirilmeden keşif avansı yatırılmadığı ve yemin teklifi yapılmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesinin isabetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
13. Türk yargı sistemine göre hukuk yargılamasında hâkim kendiliğinden bir davayı inceleyip, uyuşmazlığı çözemez. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da hâkim, tarafların istekleri ile bağlı tutulmuştur (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) m.72, 74, 75; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 24, 25, 26).
14. Kamu düzeninin gerektirdiği hâller dışında hâkimin resen yargılamayı sürdürmesi olanaklı olmadığından ve tarafların davayı hazırlama ve takip etmeleri gerektiğinden hâkimin davacının yapmadığı bir işlemi kendiliğinden ikmal etmesi olanaklı değildir (Taraflarca hazırlama ilkesi).
15. Az önce açıklanan genel kuraldan ayrık olarak, usul hukukunda hâkimin re’sen araştırma yapabileceği hâllere de yer verilmiştir. Bu gibi durumlarda olayın özelliğine göre hâkim, incelemelerin gerektirdiği masrafların taraflarca ödenmemesi hâlinde sonradan haksız çıkan taraftan alınmak üzere, Maliye Hazinesinden karşılanmak suretiyle gereğini yerine getirir (Re’sen Araştırma İlkesi, HUMK m. 415; HMK m. 325 ).
16. Bu bağlamda, taraflarca yapılması gereken işlemler, bunlar için yasada öngörülen süreler ile bunların yargılamaya etkisine ilişkin düzenlemeler ile yargısal uygulamanın irdelenmesi gerekmektedir:
17. HMK’da öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için konulmuş süreler ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır;
Mahkemeler için konulmuş olan süreler hak düşürücü nitelikte değildir. Mahkemelerin süresinden sonra yapmış oldukları işlemler de (örneğin, mahkemenin vermiş oldukları kararlar da (HMK m. 294/4) geçerlidir (Kuru, B./Aydın, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, s. 614, İstanbul 2020).
Eş söyleyişle hâkim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukukî sonuç doğurur.
18. Şu hâlde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslarüstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir sürede yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.
19. Sürelerin önemli bir kısmı ise taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur (Kuru/Aydın, s.612). Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler ve hâkim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:
Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir (Cevap süresi, temyiz süresi gibi). Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanunî süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir. Başka bir ifadeyle, kanunî süreler hak düşürücü niteliktedir (Kuru/Aydın, s.613).
20. Hâkimin tespit ettiği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hâkim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, HMK’nın 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2; HUMK m.163).
21. Yukarıda da belirtildiği üzere ilke olarak hâkimin verdiği süre kesin değildir. Kesinlik için şu iki durumdan birinin varlığı zorunludur:
İlk hâlde, hâkimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hâkimin verdiği ikinci sürenin kesin olması, bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4; HMK 94/2). Bu hâlde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi sonuç değişmez.
İkinci hâlde ise, yasaya göre hâkimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m.163/3 c.3; HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının da ilgili tarafa ihtar edilmiş olması gerekir.
22. Kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu, yargısal kesin süreyle sadece tarafların değil, hâkimin de bağlı olduğu ve dolayısıyla hâkimin bu tür bir ara kararından dönmesinin hukuken geçersiz bulunduğudur.
23. Kısaca belirtmek gerekirse; ister kanun, ister hâkim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir.
24. Öte yandan, HUMK’nın 163. maddesi ile HMK’nın 94. maddesi uyarınca mahkemece kesin süreye ilişkin ara kararında; yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret yatırılacağının hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, özellikle tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukukî sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut delillere göre karar verilip, gerektiğinde ret kararı verilebileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.
25. Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, taraflar dinlenmesini istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve sair işlemlerin masraflarını mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup, hâkim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir. Hâkimin bu masrafların yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara bağladığı hâllerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hâkimi de bağlayacağından uyulmaması hâlinde, gereğinin hâkim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir.
26. Bazı hâllerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Buradan hareketle, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir.
27. Önemle vurgulanmalıdır ki, mahkemelerin gerek maddi hukuka ve gerekse usul hukukuna ilişkin hak düşürücü ara kararlarının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması ve sonuçlarının, sıfatı ne olursa olsun ilgilisine bildirilmesi zorunludur. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 13.10.2010 tarihli ve 2001/17-510 E.,2010/485 K.; 28.04.2010 tarihli ve 2010/2-221 E. 2010/241 K.; 08.06.2011 tarihli ve 2011/7-353 E. 2011/387 K.; 28.03.2012 tarihli ve 2012/19-55 E. 2012/249 K.; 30.01.2013 tarihli ve 2012/19-671 E., 2013/151 K.sayılı kararlarında da bu hususlara değinilmiştir.
28. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki dava sözleşmeden kaynaklanan alacak istemine ilişkin olup, mahkemece ispat edilemediğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
29. Mahkemece 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde yapılan 14.07.2011 tarihli duruşmada, davacı tarafa keşif ücreti yatırması için ara kararı ile verilen kesin süre incelendiğinde; bu ara kararından keşfin ne amaçla yapılacağı anlaşılamadığı gibi keşfe katılacak bilirkişilerin hangi uzmanlık alanına sahip kişilerden oluşacağı ve her bir bilirkişiye ödenecek ücretin ne kadar olduğu ayrı ayrı belirtilmemiştir. Yine bilirkişi celbine ilişkin masrafın ne kadar olduğu da anlaşılamamaktadır. Ayrıca ara kararında verilen süreye uyulmaması durumunda davacı tarafın bu istekten vazgeçmiş sayılacağının ihtar edilmesine karşın, mahkemece ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir. Dolayısıyla mahkemenin keşif ücretinin süresi içerisinde yatırılmaması durumunda uygulanacak olan yaptırıma ilişkin ihtarı dahi isabetsiz olmuştur.
30. Sonuç olarak, davacıya verilen kesin süre HUMK’nın 163. maddesi ile yargısal uygulamada öngörülen şartları taşımadığından verilen bu süre bir sonuç doğurmaz, eş söyleyişle hakkı düşürücü bir süre olarak kabul edilemez.
31. Esasen mahkemece dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının geldi ve gittilerine ilişkin kayıtlarıyla birlikte dosyaya kazandırılmadan keşif ara kararı kurulması da isabetli olmamıştır. Çünkü bu durumda dosyanın bu hâliyle keşfe hazır olduğundan söz edilemez.
32. O hâlde mahkemece dava konusu taşınmazların tapu kayıtları geldi ve gittisiyle ilgili tapu sicil müdürlüklerinden temin edilip, gerekiyorsa yukarıda açıklandığı şekilde HMK’nın 94. maddesinde belirtildiği gibi usulüne uygun olarak keşif ara kararı kurulup, tüm aşamalar geçildikten sonra varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, usulüne uygun olmayan kesin süreye dayalı olarak davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir.
33. Hâl böyle olunca direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, direnme kararının yukarıdaki değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu         2017/2302 E.  ,  2021/97 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “taşınmazın kamulaştırmadan arta kalan bölümünün bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı 22.10.2012 havale tarihli dava dilekçesinde; Bolu-Düzce deprem kalıcı konutları bağlantı yolu Ankara-İstanbul devlet karayolu Üçköprü köyünde bulanan 129 parsel sayılı taşınmazın 2003 tarihli kamu yararı kapsamında yol inşaat ve emniyet sahasına rastlaması nedeniyle kamulaştırıldığını, ancak 02.04.2004 tarihli ve 2004/52 sayılı kamu yararı kararının kapsamının daraltılması kararı ile 1774,91m²’sinin kamulaştırılmasına karar verildiğini, 2003 yılında kadastro tarafından ifraz edilerek 596 ve 597 parselleri aldığını, oluşan 596 parsel ile ilgili Düzce ili Kaynaşlı Belediye Başkanlığına inşaat yapmak için imar durumunun sorulduğunu ve imar durumu verilemeyeceğinin bildirildiğini, kamulaştırma ile ifraz olunan ve işe yaramayacak hâle gelen 596 parsel sayılı taşınmazdaki hissesinin kamulaştırma bedelinin tespitine, taşınmazdaki hissesinin iptali ile davalı idare adına tesciline, taşınmazın değeri olan 40.000,00TL’nin dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı idare vekili 20.05.2013 havale tarihli cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazın ifraz sonucunda 596 ve 597 parsellere ayrıldığını, 597 parselin kamulaştırıldığını, 596 parsel sayılı taşınmaz hakkında ise herhangi bir kamulaştırma işleminin yapılmadığını, davayı kabul etmemekle birlikte davacı tarafın talep ettiği tazminat bedelinin taşınmazın tarla olması nedeniyle çok yüksek olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.05.2013 tarihli ve 2012/578 E. 2013/312 K. sayılı kararı ile; davacının talebinin fiilen kamulaştırmasız el atmaya dayanmayıp, kamulaştırmadan sonra arta kalan kısma imar izni verilmemesi nedeni ile kalan kısmın da kamulaştırılarak bu kısmın bedelinin tahsiline yönelik olduğu, ancak kamulaştırmanın 2004 yılında rızaen yapıldığı, davacının kalan kısma imar izni verilmeyeceğini 2010 yılında öğrendiği, dava konusu taşınmaz hakkında işbu davanın kamulaştırmanın yapılmasından itibaren 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle davanın hak düşürücü süre nedeni ile reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 12.03.2014 tarihli ve 2013/23280 E. 2014/6854 K. sayılı kararı ile; “…Dava, taşınmazın kamulaştırmadan arta kalan bölümünün bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı, taşınmazın kamulaştırılan 1774,91 m2’lik bölümündeki payını idareye devretmiş olup, kalan 625,09 m2’lik kısımda halen pay sahibidir. Taşınmazın diğer paydaşına karşı açılan bedel tespit ve tescil davasında, kalan kısımdaki payı içinde bedele hükmedilmiş olması karşısında ve Kamulaştırma Kanununun 14/3 maddesi hükmü gözetildiğinde, davacının payına ilişkin olarak dava açma hakkı mevcuttur.
Bu durumda, taşınmazın kamulaştırılan yer dışında kalan 625,09 m2’lik kısmında davacı payı yönünden işin esasına girilerek hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde ret kararı verilmesi,
Doğru görülmemiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Düzce 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.06.2014 tarihli ve 2014/205 E., 2014/379 K. sayılı kararı ile; davacının talebinin Kamulaştırma Kanunu’nun 14. maddesindeki hak düşürücü süreden sonra olduğu, 2004 yılında rızaen kamulaştırma yapıldıktan sonra yaklaşık 8 yıl sonra arta kalan kısmın kullanılamaz hâle gelmesi nedeniyle kamulaştırılmasının talep edilmesinin iyi niyet kuralları ile de bağdaşmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kamulaştırmadan arta kalan bölümün bedelinin tahsili istemine ilişkin eldeki davada; hak düşürücü sürenin dolup dolmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle yasal mevzuatın açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
13. 4650 sayılı Kanun’la değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 1. maddesi; “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, kamulaştırma kararı alınmış ancak henüz tebligata çıkarılmamış kamulaştırmalarda bu Kanun hükümleri, diğerlerinde önceki hükümler uygulanır…” düzenlemesini içermekte olup, anılan hüküm 05.05.2001 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiş ve bu tarihten sonra kanun koyucu bedel davası açma hakkını idareye tanımıştır.
14. Somut olayda Bolu-Düzce deprem kalıcı konutları bağlantı yolu (Düzce Bölgesi) yapımı nedeniyle Düzce ili Kaynaşlı ilçesi Üçköprü köyü 2.400,00 m2 yüzölçümlü 129 parsel sayılı taşınmazın 4650 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden (05.05.2001) sonraki dönemde 18.02.2003 tarihli ve 2003/9 sayılı kamu yararı kararına istinaden kamulaştırıldığı, ardından 02.04.2004 tarihli ve 2004/52 sayılı kamu yararının kapsamının daraltılması kararı ile 1774,91 m2’sinin kamulaştırılmasına karar verildiği, ifraz sonucunda kamulaştırma sınırları içinde kalan 1774,91 m2 yüzölçümlü 597 parsel ile kamulaştırma sınırları dışında kalan 625,09 m2 yüzölçümlü parselin oluştuğu, davacı …’ın idare ile bedelde anlaşarak 597 parseldeki 4/9 payını 13.11.2003 tarihinde devrettiği, davacının dava konusu 596 parsel sayılı taşınmazda 4/9 payının bulunduğu, dava dışı diğer paydaş … yönünden ise pazarlıkla satın alma usulünün uygulandığı, ancak bedelde anlaşma sağlanamadığı, davacı idare tarafından dava dışı diğer paydaş … aleyhine açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve kamulaştırılan taşınmazın yol olarak tapudan terkini davasında 597 parsel sayılı taşınmaz ile 596 parseldeki dava dışı …’ın 5/9 payının kamulaştırılmasına karar verildiği ve hükmün Yargıtay denetiminden geçerek onanmak suretiyle kesinleştiği, mevcut durumda 596 parsel sayılı taşınmazda davalı idarenin 5/9 payı, davacı …’ın da 4/9 payının bulunduğu anlaşılmıştır. Ayrıca dosya kapsamında 596 parsel sayılı taşınmazın imar durumuna ilişkin olarak, dava dışı …’ın 01.12.2009 tarihli dilekçesine istinaden Kaynaşlı Belediye Başkanlığının 13.01.2010 tarihli yazısı ve ekinde Karayolları 4. Bölge Müdürlüğünün 31.12.2009 tarihli yazısında 596 parsel sayılı taşınmazın imara açılması talebinin uygun bulunmadığına ilişkin yazısı bulunmaktadır.
15. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu 4650 sayılı Kanun ile 05.05.2001 tarihinde değiştirilmiştir. Bu tarihten sonra 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 14. maddesinde taşınmaz malikinin bedel davası açmasına ilişkin süreyle ilgili herhangi bir düzenleme bulunmadığından davacının 30 gün içerisinde dava açma zorunluluğundan söz edilemez.
16. Hâl böyle olunca; dava konusu 596 parsel sayılı taşınmazın diğer paydaşına karşı idare tarafından açılan bedel tespit ve tescil davasında, kalan kısımdaki payı için de bedele hükmedilmiş olması karşısında davacının payına ilişkin olarak dava açma hakkının mevcut olduğuna yönelik Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
17. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


Hukuk Genel Kurulu         2021/101 E.  ,  2021/93 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İncesu Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 16. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı Hazine vekili dava dilekçesinde; çekişmeli Kayseri ili İncesu ilçesi Hamurcu Köyü mevkiinde kain 242 ada 17 parsel sayılı taşınmaz, 2004 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında davalı adına tespit edilerek tapuya tescil edilmiş ise de devletin hüküm ve tasarrufu altında kullanılmayan arazi niteliğinde olduğunu ve hali hazırda taşlık yapıda bulunduğunu ileri sürülerek taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tesciline, mümkün olmadığı takdirde mahkemece belirlenecek rayiç bedelin davalı …’den faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı … cevap dilekçesinde; çekişmeli taşınmazın murisinden intikal ettiğini, yapılan taksim neticesinde davalı …’e isabet eden bu yeri oluşan tapu kaydına göre satın aldığını, davacının iddialarının yerinde olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
6. Davalı … cevap dilekçesi sunmamış, yargılamaya katılmamıştır.
Mahkeme Kararı:
7. İncesu Asliye Hukuk Mahkemesinin 30.06.2015 tarihli ve 2014/658 E., 2015/255 K. sayılı kararı ile; ziraat, harita ve fotogrametri bilirkişiler tarafından hazırlanan raporlar gereğince çekişmeli taşınmazın C ve E harfi ile gösterilen kısımlarında davalıların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 713 ve Kadastro Kanunu’nun 14. maddelerinde belirtilen ekonomik amaca uygun zilyetliklerinin bulunmadığı, A, F ve B ile gösterilen kısımlarında ise davalıların TMK’nın 713. ve Kadastro Kanunu’nun 14. maddelerinde belirtilen ekonomik amaca uygun zilyetliklerinin gerçekleştiği, D harfi ile gösterilen kısmının yol olarak kullanıldığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, çekişmeli 242 ada 17 parsel sayılı taşınmazın 25.05.2015 tarihli fen bilirkişi rapor ve krokisinde A (534,11 m2), F (16797,16 m2) ve B (58,34 m2) harfleri ile gösterilen kısımlarına yönelik açılan davanın reddine, D (597,84 m2) harfi ile gösterilen kısmının yol olarak terkinine, C (1625.46 m2) ile E (4032,79 m2) harfleri ile gösterilen toplam 5658,25 m2’lik kısmının davalılardan … adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 26.05.2016 tarihli ve 2016/5876 E., 2016/5899 K. sayılı kararı ile; “…Mahkemece, davanın esasına girilerek yazılı olduğu şekilde hüküm verilmiştir. Tespit maliki … dava konusu 242 ada 17 parsel sayılı taşınmazı 27.10.2006 tarihinde davalı …’e satış yoluyla temlik etmiştir. … taşınmazı satın aldıktan sonra 27.01.2011 tarihinde 70.000 TL bedelli ipotek sözleşmesi yapmıştır. Ne var ki, mahkemece çekişmeli taşınmaz üzerinde ipotek hakkı bulunan Şekerbank Türk Anonim Şirketi adına dava dilekçesi ile duruşma günü tebliğ edilmemiş, bu halde taraf koşulu sağlanmaksızın karar verilmiştir. Taraf koşulu dava şartlarından olup, mahkemece bu şart yerine getirilmedikçe davanın esasına girilerek hüküm kurulamaz. Hal böyle olunca, mahkemece davacı tarafa davasını 242 ada 17 parsel sayılı taşınmazda ipotek hakkı bulunan Şekerbank Türk Anonim Şirketi’ne de yöneltmesi için süre ve imkan tanınarak taraf koşulu sağlanmalı, dava dilekçesi ve duruşma günü adı geçen ipotek sahibine yöntemince tebliğ edilmeli, varsa savunma ve delilleri incelenip toplanmalı, bundan sonra tarafların tüm delilleri birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir. Mahkemece bu yön göz ardı edilerek usulünce taraf teşkili sağlanmadan davanın esasına girilmek suretiyle karar verilmiş olması isabetsiz olup, temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulü ile hükmün bozulmasına, bozma nedenine göre diğer hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. İncesu Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.04.2017 tarihli ve 2016/202 E., 2017/282 K. sayılı kararı ile; davalı tarafın duruşmada ipoteğin kaldırıldığını beyan etmesi üzerine İncesu Tapu Müdürlüğüne müzekkere yazılarak güncel tapu kaydının istenildiği, mahkemece dosya arasına alınan güncel tapu kaydına göre taşınmaz üzerindeki ipotek şerhinin kaldırıldığının anlaşıldığı, bu haliyle taraf teşkili açısından bir eksikliğin olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; çekişmeli taşınmazda ipotek hakkı sahibi Şekerbank Türk Anonim Şirketi’ne davanın yöneltmesi için süre ve imkan tanınarak taraf teşkilinin sağlanmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN
13. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; mahkemenin bozma kararı sonrası dosya arasına aldığı İncesu Tapu Müdürlüğünün 17.02.2017 havale tarihli cevabi yazı ekindeki tapu kaydına dayalı olarak direnme adı altında verdiği kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı ve buradan varılacak sonuca göre temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

IV. GEREKÇE
14. Bilindiği üzere direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozma kararından esinlenerek, yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir (6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi).
15. Başka bir anlatımla mahkemenin yeni bir bilgi, belge ve delile dayanarak veya bozmadan esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek, dolayısıyla da ilk kararının gerekçesinde dayandığı hukuki olguyu değiştirerek karar vermiş olması hâlinde, direnme kararının varlığından söz edilemez.
16. Somut olayda mahkemece, bozma kararından sonra 14.02.2017 tarihli duruşmada, davalı tarafından çekişmeli taşınmaz üzerindeki ipoteğin kaldırıldığının beyan edilmesi üzerine “…”1-Tapu Müdürlüğüne müzekkere yazılarak dava konusu taşınmazın güncel tapu kaydının istenilmesine (taşınmaz üzerinde ipotek olup olmadığı noktasında detaylı bir şekilde tapu kaydı)” karar verilmiş ve müzekkere cevabının gelmesine müteakip bir sonraki celse müzekkere cevapları da değerlendirilmek suretiyle direnme olarak adlandırılan kararın verildiği anlaşılmıştır.
17. Buna göre mahkemenin direnme olarak adlandırdığı temyize konu kararın, usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı, bozma konusu ile ilgili bozma kararı sonrası ortaya çıkan yeni delil ve olgulara dayalı olarak oluşturulan yeni hüküm niteliğinde olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
18. Hâl böyle olunca, kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel Daireye aittir.
19. Bu nedenle yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı Hazine vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Yargıtay 16. Hukuk Dairesine Gönderilmesine,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.